Belgeler - Documents

Ermeni Meselesi-Armenian Issue

Ad:
Konum: İstanbul, Türkiye

Pazartesi, Şubat 12, 2007

Soykırımı İddiaları Konusunda [Farklı Açı!]

Pulat Tacar
Şubat 2001

Soykırımı hukuki bir terimdir; çerçevesi 9.12.1948 tarihli (Jenosit) Soykırımı Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi [ 1 ] tarafından çizilmiştir.

Sözleşmenin -özeti dipnotta sunulan- ilgili maddelerinin incelenmesi, tüzel kişilerin değil, hakiki şahısların soykırımı ile suçlanabileceğini göstermektedir; yetkili mahkeme -esas itibariyle- soykırımının uygulandığı ülke mahkemesidir; ayrıca Akit Taraflar anlaşırlarsa dava bir uluslararası ceza mahkemesinde de görülebilir. Sözleşmenin 9.ncu maddesi Devletin soykırımı alanındaki mesuliyetinden söz etmektedir; bu bağlamda Akit Taraflar arasında Sözleşmenin yorumu,uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda ihtilaf varsa, Taraflardan biri konuyu Uluslararası Adalet Divanına götürebilir.

Tehcire bağlı kayıplar-ölümler-öldürülmeler soykırımı mıdır ?

Ermeni tarafı Osmanlı Devleti ile savaştığını Sevres Anlaşması görüşmelerine katılan Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar’ın imzasiyle açıkça ve resmen beyan etmiştir; bu nedenle, ayrıca Jenosit Sözleşmesinin 1948 yılında aktedildiği gözönünde tutularak 1915 olayları için hukuken bir soykırımının varlığından söz edilemeyeceği açıktır.

Öte yandan, Ermeni tarihçileri ve kimi başka tarihçiler, Ermeniler’in bir bölümünün Osmanlı devletine karşı ayaklandıklarını ve savaştıklarını yadsımamaktadırlar; burada da silahlı çatışma, ayaklanma ve isyanı bastırma eylemleri ile karşılaşıyoruz. Öte yandan, Türkiye’nin güneyini işgal eden Fransızlar, bir bölümü Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler’den Fransız Lejyonları kurmuşlar, bunlara Fransız askeri üniforması giydirerek, silahlandırmışlar ve savaşa sokmuşlardırdır.

Benzer şekilde, 1915 yılının başlarında, tehcir kararından hemen önce, Rus orduları ile Van’a giren Ermeni silahlı çeteleri burada bulunan Müslümanları kılıçtan geçirdiler; yerleşim birimlerini yıktılar.Bu olaylar da ayaklanma ve silahlı çatışma sınıfına girer. (1914’ten başlayarak Doğu Cephesinde Ermeniler’in Osmanlı orduları ile giriştikleri çatışmalar hakkında bir özeti ayrıca sunuyorum) Bu saldırıların karşılıklı öldürmelerin, tehcir kararının alınmasının en önemli nedenlerinden biri olduğunu unutmamak ve unutturmamak lazımdır.

Yahudi soykırımı ile paralellik arama çabası

Ermeniler ve destekçileri Yahudilere uygulanan soykırımı ile kendilerinin maruz kaldığını ileri sürdükleri eylemler arasında paralellik kurma peşindedirler. Oysa, Hitler Almanya’sında Yahudilere uygulanan soykırımı ile bu olaylar arasında benzerlik ilişkisi kurulamaz; zira Hitler Almanya’sında veya başka Avrupa ülkelerinde yaşayan Yahudiler ülkelerine karşı ayaklanmadılar, savaşmadılar ve savaşan taraf statüsünü talep etmediler. Buna karşılık Osmanlı Ermenileri’nin bir bölümü devletlerine isyan ettiler, savaştılar ve kayıplar verdiler. İsyana bağlı çatışmalar yanında, tehcir sırasında haydutların saldırıları sonucunda ya da halkın kin, intikam veya başka nedenlerle birbirleriyle çatışmaları sonucunda öldürmüş bulundukları gerçeği de vardır. Bunlara ek olarak ,hastalık,yorgunluk vb gibi nedenler ile Ermeni olsun , olmasın Osmanlı vatandaşları arasında büyük kayıplar olmuştur. Ancak bu kayıplar iki taraflıdır. Sadece Ermeni kayıplarına hayıflanmak ve onların komşuları ve yurttaşları olan Müslümanlar’ın kayıplarını olmamış saymak, küçümsemek ya da tarihin o sayfasını okumamayı tercih etmek kabul edilecek bir davranış sayılmamalıdır. Kanımca Ermeni sorunu konusundaki uzlaşmazlığın kilit noktası buradadır.

Soykırımı sözcüğünün etik çerçevede ya da günlük hayatta kullanımı

Soykırımı terimi hukuki olmakla birlikte,günümüzde politikacılar, gazeteciler ve kimi entellektüeller bu terimi,katliam, toplu öldürme, etnik temizleme, isyanı bastırmada toplu cezalandırma veya insanlık suçu anlamında da kullanmaktadırlar. Öte yandan kültürel soykırımı gibi soykırım çeşitleri de üretilmektedir. Soykırımı sözcüğünün ,bu eylemleri tanımlamak için kullanılmağa devam edileceğini sanırım; bunun bizim için oluşturduğu güçlükleri, bunların etrafından dolaşarak aşmamız gerekmektedir. Filhakika, çok sayıda politikacı,gazeteci, yazar, düşünür, sanatçı konuşma veya yazılarında soykırımının hukuki yanını bir kenara bırakarak -herkes hukukçu değil- , bu terimin felsefi , ahlaki veya halk arasında çokça kullanılan toplu öldürme yanını öne çıkarmaktadırlar. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinde yaşayan Ermeniler’e karşı soykırımı yapıldığı savı, formel olarak 1948 Jenosit Sözleşmesi çerçevesinde değil de bu bağlamda dile getirilmektedir. Soykırımı sözcüğü, o dönemdeki olayları, kırım, insanlık trajedisi, trajik olay veya katliamla eşanlamlı ya da yakın anlamlı olarak kulanılmaktadır. Ancak, -bize destek olduklarını düşündüklerimiz dahil- büyük çoğunluğun, bir insanlık trajedisi yaşandığına ve bundan Ermeniler’in büyük zarar gördüklerine inandıkları gerçeği yadsınamaz.

Bunun nedenlerinin akılcı bir analizini yapmakta yarar vardır.[ 2 ] Bu analiz sonunda karşımıza her biri geçerli olabilecek çeşitli nedenler çıkacaktır. Bunlarla ilgili olarak tek düze düşünce ve tepki oluşturmak yerine, her duruma uygun farklı tavırlar takınmanın ve stratejiler oluşturmanın yararlı olacağına inanıyorum.

Öte yandan, farklı veya nüanslı düşünceye sahip bulunanların görüşlerindeki çeşitlililiğe karşı tahammülsüz davrananlarımız –çoğunluktadır dememek için- vardır; bu konudaki olumsuz ve kimi kez şiddet öğesi içeren tepkilerimizin de zamanla değişmesinde yarar bulunuyor; tepkiler duygusal değil akılcı olmalıdır.

Soykırımı teriminin siyasal amaçla kullanımı

Bazı ülkelerin Parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu, Ermeniler’e soykırımı uyguladığını belirten kararlar almışlardır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi de kimi üyelerinin önerisi ile o yönde bir açıklama yayımlamıştır.[ 3 ] Konu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun Alt Komitesinde ele alınmış ancak Komisyon kendisine Ermeni soykırımı konusunda sunulan bir raporu kabul eylememiş, not etmekle yetinmiştir. Önümüzdeki dönemde şimdiye kadar soykırımının tanınması konusunda karar almamış başka ülkeler parlamentolarının da bu konuda benzer siyasal kararlar almaları beklenmektedir. Bu siyasal kararların ardında, çok farklı amaçlar bulunduğu kuşkusuzdur.

Oysa, soykırımının suçunun varlığını ya da yokluğunu parlamentolar ya da tarihçiler saptayamaz; soykırımı suçunun işlendiğini tesbit edecek makam yargıdır; hangi mahkemenin yetkili olduğu hususu da Sözleşmede belirtilmiştir. Bu nedenle derneklerin ya da parlamentoların alacakları soykırımı kararlarının hiç bir hukuki sonucunun bulunmaması lazımdır. Yahudilere uygulanan soykırımı konusunda çeşitli ülke parlamentolarının kararlar aldıkları ve o suçun inkarını cezalandıralacak eylem saydıkları bir gerçek ise de, o Parlamentolar, varlığı bir yargı organı (Nürnberg Mahkemesi) tarafından karara bağlanmış soykırımı suçuna dayanarak mezkur kararları almış ve yasaları çıkarmışlardır. Bu nedenle yetkili yargı tarafından varlığı karara bağlanmamış bir jenosit suçu olmadan, siyasi organların veya derneklerin aldıkları kararları yok saymak gerekir.

Bu tip kararların siyasal veya etik ağırlığı olup olmadığı sorulacak olursa, bunların uluslararası camiada etkili olduğu tecrübe ile sabittir.Bu yönde alınan bir karar suçlanan ülke halkını da olumsuz yönde etkiler; hatta kışkırtarak tepki vermeye zorlar. Ancak, tarihte karşılıklı katliam yapıldığı belli iken, bunun tek taraflı kırıma dönüştürülerek soykırımı yapıldığı savının dışardan yapılacak baskı ile ataları suçlanan halka kabul ettirilmesi de olası değildir. Gene de böyle bir kararın varlığı, tarihi suçlanan ülkenin insanını bazı sorular sormağa ve gerçekleri aramaya sevkedebilir; bu da soykırımı kararını alanlar açısından varılmak istenilen amaçlardan biri olabilir. Ne var ki bu kararların alınmasında uygulanan yöntem son derecede haksız ve dengesiz olunca,karar “sorgulamayı teşvik amacına” da ulaşamaz. Bu çerçevede, Ermeniler konusunda alınan kararlarda, gerek ilgili ülke Parlamentoları, gerek Avrupa Parlamentosu, gerek bunların tayin edip rapor yazdırdıkları militan raportörler Türkiye’nin Ermeni tehciri ya ülke insanlarının birbirlerini hangi şartlar altında kırdıkları konusundaki görüşünü almamışlar, gerekçelerini dinlememişlerdir. Böylece Türkiye’ye ortaçağ usulü yargısız infaz yöntemi uygulanmıştır.

Parlamentolar aldıkları kararları değiştirirler mi?

Alınan karar veya çıkarılan kanun, çoğunluğu esir alan bir militan azınlığın iradesinin ürünü olsa bile, Parlamentoların aldıkları kararların değiştirilmesine fazla ümit bağlamanın yanlış olacağı kanısındayım. Bu konuda hükümetten hükümete yapılan baskılar geçici başarılar sağlamakta ise de bu çeşit tazyikler altında kalanların – uzun vadede- hakkımızdaki tutumlarını olumlu yönde değiştirmelerini beklememek gerekir. Bizim yapmamız gereken iletişim kanallarını bıkmadan, usanmadan sürekli açık tutmak, kanıtlarımızı sunmak ve görüşümüzü anlatma olanaklarını yaratmaktır.

Karara bağlanmış soykırımının reddi suçu

Yetkili yargı organı tarafından karara bağlanmış bir soykırımı suçu var ise, o soykırımının vuku bulmadığının ileri sürülmesi bazı ülkelerde –örneğin Fransa’da- yasa ile suç sayılmıştır. Ermeni soykırımının reddinin bir suç olduğunu belirten yasa olmamakla birlikte, 1993 yılında bir Fransız mahkemesinin ünlü yazar Bernard Lewis’i ve onunla yapılan söyleşiyi yayımlayan Le Monde gazetesini mahkum ettiğini hatırlamak lazımdır. Oysa, o söyleşide Bernard Lewis, Ermeni kayıpları konusundaki Ermeni yaklaşımının Türkler tarafından paylaşılmadığını ifade etmiş ve tarihçi olarak görüşünü son derecede dikkatli bir biçimde dile getirmişti.

Şimdi Fransa Parlamentosunun aldığı kararın yaptırımı bulunmadığı, bu nedenle rahatsızlık duymamamız gerektiği, anılan Parlamentonun bazı üyeleri veya Hükumet tarafından söylenmekle birlikte, bir Fransız Mahkemesinin Bernard Lewis davasında aldığı karara benzer bir mahkumiyet kararı alması olasılığı yüksektir, hatta artmıştır.

Sorunu tarihçilere havale etmek bir çözüm müdür?

Tarih yazımının sübjektifliği

Kanımca tarih yazımı sübjektiftir. Hele tarihteki olayları, nedenleri ile birlikte ele alıp incelediğimizde, varacağımız sonuçlar bakış açımıza bağlı olarak,ayrıca incelemenin yapıldığı zamana ve inceleme döneminde geçerli olan hukuk veya etik normlara göre farklı olacaktır.
Ermeni olayları konusunda, her iki tarafın tarihçileri ile tarafsız denebilecek tarihçiler bu konuda yıllardır çalışıyorlar; kanımca söylenebilecek olanlar söylenmiş, yazılmıştır. Öte yandan, kimi tarihçiler, özellikle Ermeni tarihçileri tarihin bazı sayfalarını okumamakta, yok saymaktadırlar. Bu durumda,sorunu şimdi yeniden inceleyecek olan tarihçiler, “bugüne kadar ortaya çıkarılan vesikalardan farklı olarak ne bulacaklar ?” sorusunu sormak gerekir. Bundan sonra ortaya çıkarılacak olan “belgeler” karşı taraf için inandırıcı olmaz; zira oluşmuş bulunan kanının, objektif denebilecek tarihçilerin ulaşacakları sonuçlar ile soykırımını kendi kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline getiren dogma sahiplerini ikna etmesi beklenmemelidir. Ermeniler “kendi gerçekleri konusunda” “bu gerçekleri” sorgulama sonucunu verebilecek olan araştırma veya inceleme yapılmasını istemiyorlar; bir dini inanış gibi “nihai gerçeği” ellerinde tuttukları kanısındadır; bizden beklediği tek şey “nihai ve mutlak gerçeği” kabul etmemizdir. Karşı görüş veya kanıtlar tartışılmadan reddedilecektir.

Geçenlerde Show TV kanalındaki görüşmelere katılan Fransız politikacı Ermeni asıllı Patrik Deveciyan, tehcire tabi tutulanlara saldıranların cezalandırılmasını talep eden emirnameleri “kamuflaj” olarak nitelemedi mi? Ermeni Cumhurbaşkanı Paris’i 2001 Şubat ayında ziyaretinde “bu işin tarihçilere havalesine filan gereksinme kalmadığını” belirtmedi mi? Adam siyaset yoluyla sağladığı sonucu tehlikeye atar mı? Öte yandan, karşı taraf, kendi tezinin doğruluğunu isbat etmek için kendince önemli saydığı belgeleri veya gerekçeleri doğal olarak ön plana çıkaracaktır. Bunlara hazırlıklı olunması gerekir. Fransız politikacı Deveciyan bunun bir örneğini Show TV’de verdi. Örneğin, Takvim-i Vekayi’de (Resmi Gazete) yayımlanan İttihat Terakki davası dava zabıt ve kararlarını kanıt olarak gösterdi; kırım yapıldığını Osmanlı Mahkemesinin kabul ettiğini vurguladı. Anılan davalarda 1397 kişi mahkum edilmiş, bunlardan 600 küsuru idam olunmuştu. Bu belgeler Doçent Taner Akçam ve başkaları tarafından da kullanıldı. Fransa’da yılda bir kere Ermeniler tarafından yayımlanan l’Intranquille dergisi ilk sayısını Ittıhat Terakki davasına ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın eylemlerine mezkur davalarda yapılan açık atıflara ayırdı. Bu kişiler ile onlara inananları -hatta nisbeten tarafsız olanları-, olaylarda Ittihat ve Terakki Hükümetinin sorumluluğu bulunmadığına inandırmanın, Osmanlı Hükumetinin kullandığı bazı Teşkilat-ı Mahsusa elemanlarının suç oluşturabilecek kimi eylemlerini yok saymanın çok güç olduğunu hesaplamalı ve kendi ikna stratejimizi ona göre biçimlendirmeliyiz. Ama, o dönemdeki yargının tarafsız olmadığı ve mahkumiyet kararlarının halkın büyük tepkisi ile karşılaştığı yolundaki –doğru- gerekçeler, Osmanlı Mahkemesinin verdiği –de jure- mahkumiyet kararları gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.

Avrupa Parlamentosunun aldığı kararda bilinçli olarak yapılan usulsüzlük

Öte yandan, üç yıl boyunca (1984-1987) izlediğim Avrupa Parlamentosunda Ermeni raporu konusunda yaptığım yüzlerce görüşme, siyasette insaf, adalet ya da haklılık kavramlarının bulunmayacağını kanımı pekiştirdi. Ermeniler tarafından yazılarak Avrupa Parlamenteri raportörün eline tutuşturulan raporun orada ele alınışında hukuk kuralları açıkça çiğnendi. Anılan rapor Parlamentonun Siyasal Komitesi tarafından Lahey’de yapılan toplantıda reddedilmesine ve İçtüzüğe göre Parlamento gündemine alınmasına olanak bulunmamasına rağmen gündemden düşürülmedi; bu konunun mücadelesini veren güçler, tüm kuralları çiğneyerek reddedilmiş raporu hiç bir şey olmamışçasına gündeme getirip Parlamenterlerin yaklaşık % 15’inin katıldığı bir oturumda kabul ettirdiler. Bu örnek te sorunun tamamen siyasal olduğu ve politikacıların “tarihi gerçekleri” ya da karşı tarafın görüşlerini dinlemek, öğrenmek ve bilmek istemediklerini kanıtlıyor.

Arşivler açılsın söylemi

Bu nedenle, halen Türkiye’de sürdürülmekte olan “arşivlerimiz kapalı” sızlanmasının, “arşivlerimiz açılsın” söyleminin bu davada bize çok büyük bir yarar sağlayacağına inanmıyorum.

Esasen, Arşiv Genel Müdür Yardımcısının ifadesine göre “arşivlerimiz açıktır”; “bunların bir bölümü mikrofişler halinde ilgili ülkelerin kütüphanelerine de gönderilmiştir”; “başka Ermeni belgesi de kalmamıştır”. Buna mukabil, tanınmış tarihçilerimizden birinin ATV Televizyon kanalındaki açık oturumda ifade ettiği doğruysa, belgeler, Arşiv yetkililerince -Hükümetin talimatının gereği olarak- bir ön seçime tabi tutulmuş, bazı belgeler, (özellikle ölen Ermeniler ile ilgili belgeler ve tehcir uygulanması belgeleri) bir kenara kaldırılmış, diğerleri yayımlanmıştır. Arşiv yetkilileri bunun da doğru olmadığını ifade ediyorlar; ama tarihçimizin o sözleri nedeniyle, bundan böyle yerli veya yabancıları tüm belgelerin açıklandığı hususunda ikna etmemiz zordur .

Ermeni kayıpları konusunda Tarih Kurumu Başkanının ifadeleri

Tehcir sırasında hayatlarını kaybedenlerin sayısı konusunda da çok farklı veriler öne sürülmektedir. Gazeteler, Çankaya Rotary Kulübünde bir konuşma yapan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun, tehcir sırasında 438.758 Ermeni’nin yer değiştirdiğini, bunlardan 382.148’nin istenilen nakil noktalarına ulaştırıldıklarını, geriye kalan 56.610 Ermeni’den 10.000’nin eşkıya tarafından katledildiğini, 30.000’nin dizanteri, tifo gibi hastalıklardan öldüğünü, geriye kalan 16.000 Ermeni’nin de yurt dışına çıktığını belirttiğini yazdılar.

Buna göre, Ermeni kayıpları Sayın Büyükelçi Kamuran Gürün’ün kitabında ileri sürdüğü gibi 300-350.000 veya başka kaynakların tahmin ettiği gibi 600-800.000, hele Ermenilerin ileri sürdükleri 1.500.000 değildir; sadece 40.000 kadar Ermeni tahcirde hayatını kaybetmiştir; ya da kayıpları “vardıkları nakil noktalarında” aramak mı gerekiyor? Bu alanda da inandırıcı olabilmek için kullanılacak ikna yöntemini iyi düşünmemiz gereklidir. Gene de ben, bu iç karartıcı ölü sayısı tahminleri üzerinde sayısal tartışma yapmanın incitici olduğunu, konunun başka alana taşınmasında yarar bulunacağını, düşünüyorum.

Osmanlı yönetiminin tehcir sırasındaki kayıp ve ölümler konusundaki sorumluluğu nedir?

Önce başka örneklere bakalım

Her ülkenin tarihinde siyah lekeler ve karanlık sayfalar vardır. Bunlardan bir bölümü hukuki bir terim olan soykırımına uyar, bir bölümü uymaz. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sonunda batı cephesinde Amerikalı ve Fransızlara esir düşen 7.611.794 Alman savaş esiri önce (PW) savaş esiri, sonra (DEF) Silahtan Arındırılmış Düşman Kuvveti statüsüne geçirilmiş ve bunlardan yaklaşık 2 ila 2,5 milyonu korkunç şartlar altında aç, susuz bırakılarak, -Kızıl Haç’ın ve kamplar civarındaki sivil halkın önerdiği yardımlar reddedilerek- ölmeleri sağlanmıştır.[ 4 ] Bu olaylara hukuken soykırım denemez; ahlaken bir kırımdan, ölüme terk etmekten, savaş hukukuna aykırı suçtan söz edilebilir belki. Aynı biçimde Fransa’nın Cezayir’deki öldürme eylemleri soykırımı değil, katliam çerçevesine girer; oradaki ayaklanma karşısında Fransa silahlı kuvvetleri bir katliam yapmışlardır. Balkanlardan sürülen, öldürülen, yok edilen Müslüman topluluklarının uğradıkları felaket ise soykırım tanımına daha yakındır. Ancak bütün bu hususları bugün tek tek gündeme getirmek, “geçmişte ben yaptım ise, sen de yaptın” mantığını yürütmek olur ; bunun da uzun vadede bir yarar sağlamayacağını düşünüyorum.

Osmanlı hükumet üyelerinin ve bazı yöneticilerin sorumluluğu

Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı yargısı tehcir sırasında Ermenilerin maruz kaldıkları kötü muameleler konusunda kimi yöneticilerin ve memurların sorumluluğunu kabul edip, bunları yargılamış ve cezalandırmıştır. Bu cezalandırmalar ve idamlar zamanında halk tarafından benimsenmemiş , haksız bulunmuştu; bugün de Ittıhat ve Terakki davasının politik bir dava olduğunu Türkiye’de ileri sürenler çoğunluktadır. Bununla birlikte formel hukuk açısından bu davaları olmamış, mahkumiyet kararlarını verilmemiş addedilebilir mi? Osmanlı görevlilerinin bir bölümünün kimi ölümlerden veya kötü muameleden sorumlu bulunmadıkları, bu kararların işgal kuvvetlerinin süngüsü altında alındığı ileri sürülebilir belki; ancak ikna edici olabilir mi?
Malta’ya sürülenlerin suçluluğunun kanıtlanamaması

Öte yandan, özellikle Ermenilere karşı yapılan kırım iddiaları nedeniyle, savaş suçlarının cezalandırılması için çok sayıda Osmanlı yöneticisi işgal kuvvetleri tarafından yakalanıp Malta’ya sürgün edilmiş, bu kimseler aleyhine ne işgal altındaki Osmanlı başkentinde ne İngiltere’de ne de Amerika’da kanıt bulunamamış ve bu kişiler serbest bırakılmıştı. Kanıtlanmış bir sorumluluk bulunsaydı bu insanlar mahkum edilmeden salıverilirler miydi ? Mümkün değil… Görüldüğü gibi ortada son derecede çelişkili bir durum vardır.

Ö N E R İ L E R

* Hukuki alanda

Yukarıdaki anlatımdan da anlaşılacağı gibi, Türk tarafının sorunun hukuki yanlarına ağırlık veren bir stratejiye öncelik vermesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle 1948 Sözleşmesinin, soykırımı suçunun varlığınının tesbiti ile bunun cezalandırılması yetkisini yargıya havale ettiğinin altını çizmek istiyorum. Parlamentolar veya başka gruplar bu alanda yetkili olamazlar. Yetkileri olmadan bir karar almışlar ise bu bizim açımızdan geçersizdir; yok sayılmalıdır. Buradan hareketle, Soykırımı Sözleşmesinin sağladığı Lahey Adalet Divanına başvurma olasılığını incelememiz gerekir.

Fransa Parlamentosu, Fransa-Ermeni Dosluk Grubu Başkanı olan şahsın yazdığı –ve içeriği incelendiği zaman Türkiye Cumhuriyetini de töhmet alında bırakan- bir rapor sonucunda Ermenilere soykırımı yapıldığını belirten bir kanun çıkarmış ve Fransa Hükumeti de bu kanunu onaylayarak yayımlamıştır. Bu şekilde davranan Fransa Hükumeti 1948 Soykırımı Sözleşmesine aykırı hareket etmiştir. Bu aykırılık Fransa Hükumetini sorumlu kılmakta olup, talebimiz bu aykırılığın tesbiti olunmalıdır. Bu amaçla önce Fransa Hükumeti nezdinde girişimde bulunularak bir Sözleşmenin uygulanması ve yorumu konusunda bir ihtilaf bulunduğunun ortaya çıkarılması, daha sonra da Sözleşmenin 9.ncu maddesine göre Lahey Adalet Divanına -gerekirse tek taraflı olarak- başvurulması olasılığı bir seçenek olarak düşünülmelidir.

* Türkiyenin soykırımını neden tanımadığının gerekçelerinin anlatılması

Her olanaktan yararlanılarak Türkiye’nin soykırımı suçu işlendiği savını niçin kabul etmediği, 1915 olaylarını nasıl değerlendirdiği, Türk siyasetçilerinin, bilim adamlarının, karşı tarafın savları karşısında ne düşündükleri, yurt dışında ve Türkiye’de yabancıların katılımı ile yapılacak kollok, panel veya sempozyumlarda anlatılmalı; davet edilecek gazetecilere tezimiz açıklanmalıdır. Bu tartışmalara sadece Türkiye’yi destekleyen yabancılar değil, tarafsız olanlar ve değerlendirmemelerimizi paylaşmayanlar da davet edilmelidir. Bu anlatım ve görüş değiş tokuşu bilinçli biçimde, soğukkanlılıkla yapılmalıdır.

Bu arada, uzlaşmazlıkların çözümü konusunda bilinen yöntemlere de başvurularak Türkiye’nin kendisine zarar vermeğe başlayan ve enerjisini yitirdiği bu sorundan onurlu bir biçimde nasıl çıkacağı incelenmelidir.

* Tarihi araştırmalar ve tanıtım alanında

Tarihin sübjektifliği konusundaki görüşlerimi yukarıda belirttim. Türkiye, tarihin Türk görüşlerini destekleyen sayfalarını ve bilgilerin özetini, belgeleri ilgili politikacılara sunmalıdır. (Örneğin Ermeniler’in Sevres Konferansına Savaşan Taraf olarak kabul edilme başvuruları)
Ermeni tarihçilerinin ve onları destekleyenlerin savları tek tek incelenmeli ve gerçeğe uygun olmayan hususlar ortaya çıkarılmalıdır. Bu konuda Dışişleri Bakanlığı tarafından yaptırılmış pek çok çalışma vardı; şimdi mevcudu tükenmiş olan bu yayınlar gözden geçirilerek yeniden yayımlanabilir.

Türk kamuoyu da Ermeni tehciri ve o dönemdeki gelişmeler konusunda sağlıklı ve delillere dayanan açıklama beklemektedir. Türkiye’de farklı veya nüanslı görüş sahibi olanların söyledikleri ve yazdıkları konusunda daha hoşgörülü davranılması, bunların söylediklerinin incelenmesi, varsa hata ve eksikliklerin ortaya çıkarılması, karşı görüşlerin oluşturulması, kısaca sağlıklı bir tartışma ortamının yaratılması gereklidir.

Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde yaşanan trajik olaylar geniş toplum kesimlerini etkilemiştir. Bu olaylarda zarar görenlerin, hayatlarını kaybedenlerin soylarının belleklerinin silinmesi veya oradaki verilerin, sevinç ve üzüntülerin yok sayılması beklenemez. Bu duyguların da anlayışla karşılanması, yaraların tahriş olunması değil, sarılması için gereken psikolojik adımlar atılmasında büyük yarar vardır. Ancak, belleğe saygı duyulması bağlamında, sadece tehcire bağlı trajik olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin çocuk veya torunlarının değil, Iğdır’da, Maraş’da, Van’da ve ülkenin başka yerlerinde öldürülen Müslüman Türklerin soylarının da acı hatıralarının da belleklere kayıtlı bulunduğu gerçeği yerli-yabancı herkese anlatılmalıdır.

* Siyasal ve diplomatik alanda

Ermeni tarafı

Ermeni tarafı ve onları destekleyenler, Türkiye’nin tek taraflı özür dilemesini istemektedirler. Bu istekleri bireysel tazminat talepleri izleyecektir. 1914-1915 ve onu izleyen yıllarda ölenler ve eziyet çekenler konusunda tek taraflı, özür dilenmesi beklenmemelidir.

Ermeni yöneticileri “artık toprak talebimiz yok” demekle birlikte, Ermenistan’ın, Türkiye topraklarının bir bölümünü Anayasasının temelini oluşturan bildirgede Batı Ermenistan olarak adlandırdığı da bir gerçektir. Bu durumu yayılmacılıktan ve uzun vadeli toprak talebi amacı taşımaktan başka bir şekilde yorumlamak mümkün değildir; kaldı ki o ülke Azerbaycan topraklarının bir bölümünü de halen işgal etmekte ve “Megalo İdea’sına” Batı Ermenistan diye adlandırdığı Türkiye topraklarını da eklemektedir. Bu konuda ne yapılması gerekeceği konusunda çeşitli fikirler bulunmakla birlikte, Ermeni vatandaşları ile Ermenistan Hükumetini aynı kefeye koyulmamasından ve Ermenistan Cumhuriyeti vatandaşlarını toptan cezalandırmayı öngörmeyen muamele yapılmasından yanayım. Ermeni Hükumeti ile ilişkilerimizde ise, Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü ve Avrupa Konseyi çerçevesinde yapılacak ciddi girişimlerle saldırganlığı güç durumda bırakacak önlemlere öncelik vermeliyiz.

Fransa ve başka ülkeler

Soykırımı ile ilgili bir yasayı Parlamentonun yaklaşık onda birinin katılımı ile onaylayan Fransa ile ilişkilere gelince, bu alanda da akılcı hareket edilmesinde yarar vardır. Fransa’nın Ermeniler’i ve onların savlarını destekleme hususundaki tutumu yeni değildir. Bundan önceki Cumhurbaşkanı Mitterand da Vienne kentinde yaptığı bir konuşmada “Ermeni soykırımı” savını tanımıştı.Bilindiği gibi Fransız Parlamentosunun kabul ettiği yasa da 1989 yılına uzanmaktadır; karar şimdi yinelenmiştir.[ 5 ] Fransa Parlamentosunun kabul ettiği yasaya temel olan raporu da Fransa – Ermenistan dostluk grubunun Başkanı François Rochebloine yazmıştır; bu şahıs 3 Aralık 1993 tarihinde de tarihçi Bernard Lewis’i kınayan bir bildiri yayımlamıştı. Anılan siyasetçi, hem karşı tarafın avukatı, hem savcı hem de yargıç rolünü oynamıştır. Fransa Parlamentosunun bu kanunu bir yandan – Fransa’nın tarihin her döneminde çok yakın ilişki içinde bulunduğu (Fransa‘da mezarlıklar Ermeniler’in Fransa için öldüklerini belirten anıt-mezarlarla doludur)- Ermenileri tatmin etmek ve yerel seçimlerde Ermenilerin oylarını kaybetmemek amacını gütmekte, öteyandan Türkiye’yi Avrupa içinde görmek istemeyenlerin ülkemizi Avrupa entegrasyonundan uzaklaştırmak için kullandıkları bir silah ve kışkırtma işlevini de üstenmektedir. Bu açık kışkırtmaya uyulmaması Türkiye’nin yararına olacaktır. Aksine, bu yasanın bir provokasyon olarak değerlendirildiği ve Türkiye’nin Avrupa entegrasyonu yolundan vazgeçmeyeceği açıklanmalıdır. Halen uygulanmak istenen ambargo ve ihalelerden dışlama şeklindeki önlemler Avrupa hukukuna büyük ölçüde karşıdır ve bu konuda muhatabımız olan Avrupa Komisyonunun karşı önlem almaya yönelmesi büyük olasılıktır. Bu alanda atılacak dikkatsiz ve hatalı adımlar sonuçta Türk iş adamlarına ve esasen krizde bulunan ekonomimize de büyük zararlar verecektir.

Türk halkı ve Türk Parlamentosu, anılan kanun konusundaki değerlendirmelerini ve duygularını dile getirmiş bulunmaktadır. Yasanın amacının ilişkileri zedeleme olduğu konusunda kuşku yoktur. Bu nedenle çıkarlarımız Türkiye’nin dostu olmayanların bu olumsuz amaca ulaşmalarını akılcı bir biçimde önlemekten geçer.

Fransa’yı başka ülkelerin izleyecekleri bellidir; ticari ambargo eylemleri planlanırken bu gerçek de gözönünde tutulmalıdır.

EK

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Osmanlı Devleti'nin Doğu Cephesinde Ermenilerin yürüttükleri savaşlar [ 6 ]

Aşağıdaki tarihi hatırlatma Ermeniler’in Osmanlı Devleti ile savaştıklarını, bu savaş sırasında kayıp verdiklerini, başka bir deyimle soykırımı suçu ile değil, savaş sırasında ölme ve öldürme ile karşılıklı katliam olgusu ile karşı karşıya bulunulduğunu göstermektedir.

Osmanlı Devletinde ve dışında yaşayan Ermeniler’in kurdukları sosyalist eğilimli Ermeni Partileri, Ruslar’ın Doğu Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’daki yayılmacı eğilimlerinin aracı olmuştu. 1914 Temmuz ayında Ermeni ulusal hareketinin öncüsü olan Taşnak Partisi Erzurum’da 8.nci Kongresini topladı. Bu Kongrenin sonunda bazı İttihat ve Terakki mensupları Taşnaklar’a başvurarak Ruslar’a karşı birlikte savaşma önerisini götürdüler; karşılığında Erzurum, Van ve Bitlis’te Ermeniler’e özerklik vaad ettiler. Taşnak yöneticileri Osmanlı-Ermeni savaşında tarafsız kalacaklarını belirttiler. Buna eşzamanlı olarak Ermeni Patriği Eçmiazin Katolikos’u, Kafkasya Çar Vekili Vorontzov-Daşkov’a bir çağrı yaptı ve Ruslar’ı Ermeniler’i korumağa davet etti,Ermeniler’in oturdukları altı vilayet için özerklik istedi. Vorontzov Tiflis’te Ermeni Ulusal Komitesi üyeleri ile görüştü ve 6 Osmanlı Vilayetini almalarına yardım ettikleri takdirde, oralarda Ermeniler’e özerklik vermeği taahhüt etti. Bunun üzerine Ermeniler gönüllü birlikler kurma kararını aldılar ve tüm Ermeni topluluklarına telgraf göndererek örgütlenmelerini istediler. Ermeniler bunun üzerine örgütlenerek silahlandılar. Pek çok yerleşim biriminde silahlar kiliselerde depo edildi. Türk-Rus savaşının başladığı 1 Kasım 1914’e kadar Türkiye Ermenilerinden oluşan dört Ermeni gönüllü birliği kuruldu. Yaklaşık 1000’er kişiden oluşan bu birlikler öncü ve yol gösterici olarak savaşta önemli rol oynadılar.Rusya Ermenileri ise Rus ordusunda yer aldılar. Savaş başlamadan bir hafta önce 14 Ekim 1914 tarihinde komutanı Osmanlı Mebusan Meclisinin bir üyesi olan bir İkinci Ermeni Birliği Iğdır’dan Van’a doğru harekata başladı. Bu bölgede Hristiyan Osmanlılar’ın sayısı yüksekti,Van’da ve yöresinde Ermeniler, Urumiye civarında Asuriler,Hakkari’de Nasturiler oturuyorlardı. Anılan İkinci Ermeni Birliği 1 Kasım’da durdurulabildi. Ancak Rus birlikleri Ermeni öncülerden yararlanarak Osmanlı topraklarına girdiler. Türkler de gayrı nizami birlik olarak kullandıkları Kürt süvarilerini devreye soktular; ancak 13 000 kişilik bu süvari birliğinden 10 000 kadarı firar ettiler. Nizami kuvvetler içinde bulunan Ermeni ve Kürt piyadeleri de silahlariyle kaçtılar ve kendi köylerini korumağa gittiler. Ruslar İran topraklarından geçerek Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmak istediler.

Başlarında Antranik adlı biri bulunan Ermeni gönüllülerini de yanlarına alan Ruslar, Van’a 70 kilometre uzakta bulunan Saray ilçesini işgal ettiler; Başkale 24 Kasım’da alındı. Buralarda oturan Ermeniler Müslümanlar’I öldürdüler, evlerini yağmaladılar. Osmanlı orduları karşı saldırıya geçip buraları geri aldı; bu kez öldürülme ve yağmalanma sırası Ermeniler’e gelmişti. Birinci Ermeni taburu Rus-İran sınıruında Culfa’ya çekildi. Sık sık cephe değiştiren Kürt aşiretinin reisi Simko Ağa bu kez Osmanlı tarafına geçti ve Urumiye ovasına saldırdı. Urumiye 2 Ocak’ta, Tebriz 14 Ocak’ta gayrı nizami Osmanlı birlikleri tarafından alındı ve yağmalandı.
Öte yandan, Enver Paşa’nın hazırladığı büyük karşı saldırıya 120 000 asker katıldı ve bunlardan 70 000 kadarı Sarıkamış’ta donarak öldü.Ortaya çıkan kargaşa da taraflar birbirlerinin köylerini basıp yağmaladılar. Bitlis yöresinde Ermeniler Türk köylerini, Türkler Ermeni köyleri bastılar; Erciş yöresinde 2000 kadar Ermeni dağa çıktı. Ruslar Van-Urumiye bölgesini geri alınca Simko Ağa bu kez onların yanına geçti.Ruslar Büyük Zap Irmağı civarında yaşayan Nasturiler’in Piskoposu Mar Şimun ile temasa geçtiler. Osmanlı Ermenilerinin kurduğu 2, 3, 4, 5 sayılı birlikler, özel bir kuvvet halinde birleştirildi; bunların görevi Van’ı işgal etmekti. 20 Nisan’da Van’da Ermeni isyanı başlatıldı. Bu konudaki haberler İstanbul’a ulaşınca Ermeni tehciri ve mallarına el konulması kararı alındı… (S.Yerasimis’a göre tehcir sırasında yaklaşık 1,5 Ermeni’den 600000-800000 kadarı kötü muamele, açlık, hastalık ve öldürülmeler sonucunda ölmüştür.)

Van’daki gelişmeler karşısında 28 Nisan 1915’te Ermeni birlikleri Erivan’dan Van’a doğru hareket ettiler. Halil bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri ile Antranik komutasındaki Ermeni birlikleri Urumiye kuzeyinde Dilman’da karşı karşıya geldiler. Ancak Van isyanı nedeniyle Halil beye telgrafla Bitlis Musul yolunu korumak için çekilme emri verildi. Halil beyin kuvvetlerine Kürk aşiretleri de saldırdı. Bu arada Ermeni birlikleri 18 Mayıs’ta Van’a girdiler ve orada büyük katliam yaptılar. Ruslar oradan Başkale’ye yöneldiler. Nasturiler Ruslar’a iltihak ettiler; katılmak istemeyen Nasturiler ise katledildiler. Van’ın kaybı üzerine Kürtler Türkler’e katıldılar ve Ruslar Van’ı terkettiler. Burada bulunan 300000 Ermeni Kafkasya’ya kaçtılar ve Erivan yöresinde toplandılar. Nasturiler de Urumiye civarına göçtüler. Ruslar yeniden saldırıya geçtiler ve Van’ı Eylül 1915’te yeniden işgal eylediler. Ermeni kuvvetleri de yeniden o bölgede “etnik temizliğe” giriştiler. Bu kez Müslümanlardan kaçabilenler batıya yöneldiler. Muş ve Erzurum 16 Şubat 1916 tarihinde işgal olundu. Trabzon 18 Nisan günü kaybedildi. Rus kuvvetleri 25 Temmuz 1916’da Erzincan’a girdiler. Türk kuvvetleri 6 Ağustos’ta Muş’u geri aldılar ve Mezopotamya’ya gidiş yolunu kestiler. Bu savaşlar sırasında yörede oturan ahalinin % 75’ ı öldü veya oraları terk etti. Ermeniler bölge ahalisinin %30-40 ise geri kalanı Türk veya Kürt idi. Rus kuvvetleri Ermeniler tarafından talep olunan 6 vilayeti işgal etmişlerdi. Ancak Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Gran-Dük Nikola’ya gönderdiği bir notta bu bölgede bir Özerk Ermeni Bölgesi kurulmasına karşı çıktı. Ona göre, savaştan önce o bölgedeki Ermeni toplumu toplam nüfusun yüzde yirmibeşini geçmiyordu ve son iki yıl içinde daha da azalmıştı; bu itibarla Rusya Müslüman halkı yanına alarak buraları elinde tutmalı, her azınlığa hak tanımalı, kuvvetlerinin üçte birini kaybeden Ermeni birlikleri ise dağıtılmalıydı.

1916 yazında Osmanlı ve Rus orduları tamamen güçsüz kalmıştı. Mart 1917’de Rus İhtilali oldu. Komünistler Kafkasya’da peyderpey yönetimi ele geçirmeğe gayret ettiler. 1917 Komünist İhtilalinden sonra Rus otoritesi gücünü kaybedince Ermeni mülteciler, Ermeni milislerin himayesinde köylerine geri dönmeğe başladılar. Bu da yörede bulunan Kürtlerle aralarında çatışmalar çıkması sonucunu verdi.

1917 yılı sonbahasında askeri durumdaki gelişmeler Ermeniler’i endişeye sevketmekteydi. Bunlar Antant Devletlerinin Kafkasya’daki temsilcileri ile işbirliğine yöneldiler ve Kafkaslar’da bir Hristiyan cephesi kurulmasına karar verdiler. Bu cepheye Pontuslu Rumlar, Gürcüler,Ermeniler ve Nasturiler dahil olacaktı. İngilizler Rus ordusunda bulunan 130 000 Ermeni askerinin Kafkas bölgesine gönderilmesini önerdi; ABD’ne göç etmiş bulunan Ermenilerin de bu güce katılmaları için girişimler oldu. Tiflis’teki İngiliz askeri misyonu başkanı Offley Shore Aralık 1917’de Ermeni komitacı Antranik ile temas kurarak 10.000 gayrı nizami askerin bir araya getirmesini, silah ve para alınca da bir ay içinde bu sayıyı iki misline çıkarmasını istedi; bu kuvvetlerin Van-Urumiye bölgesinde kullanılmaları ve Antranik, Nasturi papazı Mar Şimun ile Kürt ağası Simko arasında işbirliği yapılması öngörülüyordu.Simko Van’daki Amerikan Protestan Misyoneri Dr. Shed tarafından davet edilmiş ve işbirliği yapmağa razı olmuştu. 7 Aralık 1917 tarihinde İngiliz Bakanlar Kurulu Dışişleri Bakanı Balfour’un Ermenilere askeri haber alma teşkilatının bütçesinden para vermesini kararlaştırdı; 14 Aralık’ta Tahran’daki İngiliz Büyükelçisi Marling’e bu amaçla para yardımında bulunması talimatı verildi. İngilizler bu amaçla 20 milyon İngiliz Lirası tahsis eylediler. Fransızlar da boş durmadılar; 12 Aralık’ta Paris’te Albay Chardigny’nin emrine bu amaçla 20 milyon Frank tahsis etti.
İngiliz Hükumeti adına Lord Milner ve Lord Cecil tarafından hazırlanıp Fransız Dışişleri Bakanı Clemenceau’a sunulan ve 22 Aralık 1917 günü kabul edilen bir Muhtıra’da şöyle denilmekteydi : “ Netice itibariyle, mümkün olduğu ölçüde, sadece Mezopotamya’daki kuvvetlerimiizin kanatlarınıu korumak için değil, aynı zamanda Ermeniler ve özerk ya da bağımsız bir Gürcistan İstanbul’dan Çin’ekadar uzanacak bir Turan hareketinin gelişmesini önlemek için hayatta kalan Ermeniler’i korumak zorundayız”

Ertesi gün imzalanan bir Fransız-İngiliz Anlaşması ile Ukrayna, Besarabya ve Kırım Fransız etki alanına, Kazak toprakları, Kafkasya ve Kürdistan İngiliz etki alanına bırakılıyordu. Urumiye civarında başlayan uygulama sonucunda silahlandırılan Nasturiler civardaki Müslüman köylere saldırdılar kentleri yağmaladılar ve katliam yaptılar.Kürtler ile Nasturiler birbirlerine girdiler. Bu dönemi izleyen bir yıl içinde bölge kargaşa içinde kavruldu.

Kısa hatırlatmaya burada son veriyorum. Bu tarihten sonra kurulan Ermeni milis gücü büyük katliamlar yapmıştır; bu da ayrı bir tarihi inceleme konusu olacaktır.

PT

________________________________________
[ 1 ] Soykırımı Sözleşmesinin ana hatları :
- Sözleşmenin Giriş bölümü jenosit suçunun tarihin tüm dönemlerinde işlendiğini vurgulamaktadır;
- Soykırımı suçu savaş veya barış döneminde de işlenebilir;
Md. 2- JENOSİT, BİR ULUSAL,ETNİK,IRKSAL VEYA DİNİ GRUBU TAMAMEN VEYA KISMEN ORTADAN KALDIRMAK AMACİYLE İŞLENMİŞ AŞAĞIDAKİ EYLEMLERDEN BİRİDİR.,
A) Bir grubun üyelerini öldürmek,
B) Grubun üyelerine cismani veya akli zarar vermek,
C) Bir grubun üyelerini, bunların fiziki olarak tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına koymak,
D) Grup içinde doğumları bilinçli olarak önlemeğe yönelik önlemler dayatmak,
E) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek.
Md.3 – Aşağıdaki eylemler cezalandırılır :
- Soykırımı;
- Soykırımı uygulamak için fesat karıştırmak (conspiracy)
- Soykırımı uygulamaya doğrudan ve açık biçimde teşvik etmek;
- Soykırımı girişimi
- Soykırımı konusunda suç ortaklığı .
Md.4 - Soykırımı ile cezalandırılanlar kamu görevlileri, özel şahıslar ya da anayasalaerı gereğince sorumlu olan yöneticilerdir. Yani soykırımını hükmi şahıslar değil hakiki şahıslar yapabilmekte ve bunlara ceza verilmektedir.
Md.6- Yetkili mahkeme soykırımımım işlendiği ülkenin mahkemesidir; ayrıca Taraflar yargı yetkisini kabul ettikleri takdirde uluslararası ceza mahkemesi de yetkili olabilir.
Md. 9- Devletin soykırımındaki sorumluluğu konusu da dahil olmak üzere Sözleşmenin yorumu, uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda Akit Taraflar arasında ihtilaf olursa, ihtilaf taraflarından biri konuyu Uluslararası Adalet Divanına götürebilir.
[ 2 ] a) İnsanlar, Ermenilerden ve onlar gibi düşünenlerden gelen -derlenmiş bilgi, söylenti, propaganda kümesini- almaya ve onaylamaya hazır oldukları için; veya inandırıcı buldukları için; veya gelen bilgiler tarihten süzülerek kendilerinde oluşmuş bulunan Türk imgesine uyduğu için; hatta günümüzdeki gelişmeler oluşmuş bulunan bu imgeyi doğruladığı için ;
b) kendilerine tarafımızdan inandırıcı karşı bilgi ulaştırılamadığı için;
c) sunduğumuz bilgiler çağdaş iletişim tekniklerine uygun biçimde hazırlanmadığı ve iletilmediği için. (En zayıf noktamız buradadır; yüzlerce sayfa kitap yazıp muhataba iletmek yetmez; okunmasını sağlamak, özetlemek çağdaş iletişim teknikleri kullanmak, sosyal psikoloji bilmek lazım);
d) Tarihten veya kültürel birikimlerinden gelen öndeğerlendirmeler veya önyargılarla “doldurulmuş” bulundukları ve kanı değişimine direnç gösterdikleri için;
e) iletişimde ikna sürecinin nasıl işlediğini bilmediğimiz ve herkesin gönderdiğimiz bilgilerle yetinmesi ve bunlara inanması gerektiğini sandığımız için v.b.
[ 3 ] (ABD Senatosunun 11.5.1920 kararı; ABD Temsilciler Meclisinin 8.4.1975 tarihli, 24 Nisan’ı İnsanın İnsana Zulmetmesini anma günü ilan eden kararı; ABD Temsilciler Meclisinin 10.9.1984 tarihli aynı mahiyetteki kararı; Çeşitli ABD Eyaleylerinde bu konuda alınmış kararlar;
Arjantin Parlamentosunun 1985’te Hükumeti Birleşmiş Milletler Kuruluşlarında Ermeni savlarını desteklemeye davet eden kararı; Arjantin Senatosunun 1993’te aldığı soykırımını insanlık suçu ilan eden kararı; Arjantin Kongresi’nin 21.9.1995 tarihli, 24 Nisan’I insanın insana karşı ayrımcılığı ile mücadele ve kınanması günü ilan ettiğine dair yasa – Cumhurbaşkanı Demirel’in girilşimi sonucunda bu tarih 10 Aralık olarak değiştirildi ve Ermeniler’e yapılan referans metinden çıkarıldı-.; Arjantin Senatosunun 22.4.1998 tarihinde kabul ettiği deklarasyon;
Uruguay Parlamentosunun 20.4.1965’te kabul ettiği ve 24 Nisan’I Ermeni Şehitlerini Anma Günü olarak kabul eden kararı;
Rusya Dumanın 14.4.1995 tarihinde kabul ettiği bildiri;
Kanada Parlamentosunun 23 Nisan 1996 tarihli kararı;
Yunanistan Parlamentosunun 25.4.1996 tarihli 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü olarak kabul eden kanunu ;
Lübnan Parlamentosunun 3 .4.1997 tarihli kararı ve 11.5.2000 tarihli tavsiye kararı
Belçika Senatosunun 26.3.1998’te kabul ettiği 1915 yılında Türkiye’deki Ermenile’e yapılan soykırımı başlıklı karar;
Fransa Parlamentosunda 1989 yılında alınan karar, Senato kararı ve nihayet Parlamentonun 2001 de aldığı Fransa Ermeni soykırımını tanır kararı.Daha önce de Cumhurbaşkanı Mitterand’ın Vienne kentinde Ermeni soykırımını tanıdığı yolundaki beyanı;
İtalya Parlamentosu tarafından 17.11.2000 tarihinde kabul edilen karar;
Kıbrıs Rum Yönetimi Parlamentosunda 29.4.1982 tarihinde alınan karar;
Avrupa Parlamentosunun 18.4.1987 tarihinde aldığı Ermeni Sorununa Siyasal Çözüm başlıklı karar; 2000 yılında Türkiye için hazırlanan raporla ilgili karara sonradan eklenen Ermeni soykırımı referansı;
Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin 51 parlamenterin imzasiyle 24 .4.1998’de yayımladığı 1915 Ermeni Soykırımının Anılması açıklaması;
[ 4 ] James BACQUE Other Losses, 1989 Stoddart Publishing Co. Limited,Toronto Canada. Bu kitabınm Fransızca’ya çeviriisi 1990 ‘da Fransa’da Sand Yayınevi tarafından, Mort Pour Raisons Divers başlığı altında yayımlandı ; kısa zamanda gizli eller tarafından piyasadan toplandı; zira bu kitapta Fransa’nın da Amerika gibi büyük sorumluluğu bulunduğu kanıtlanıyordu.
[ 5 ] Fransız Meclisinin kararı bana 1987 yılında Avrupa Parlamentosunda alınan Soykırımı Kararını anımsattı. Orada da Fransız Parlamenterler öne çıkmışlardı; raporu Ermeniler yazmış, bir Flaman milliyetçisi parlamenter raportörlüğü göstermelik olarak üstenmişti; yukarda da sunduğum gibi aleyhimizdeki rapor Avrupa Parlamentosunun Siyasi Komisyonunda reddedildiği halde Genel Kurul gündemine - hiç bir şey olmamış gibi- indirilmişti.Avrupa Parlamentosu, Fransız ve Yunan Parlamenterlerin de katılımı ile üye sayısının yaklaşık yüzde onbeşinin bilfiil katılımı ile karar almışlardı. Diğer parlamenterlerin bir bölümü açıkça tehdit edilmişler, bu konuyu bir Fransız meselesi olarak gördüklerini söyleyen, konuya önemi vermeyen parlamenterler ise Genel Kurula gelmeyerek alanı Türkiye aleyhtarlarına bırakmışlardı. (Bizden birileri ise, Dışişleri Bakanlığına bildirdiğimiz, lehimize oy vermesi beklenenlerin adlarını oylama günü – Avrupada’da yayımlanan- bir Türk gazetesine sızdırdı, yayımlattırdı; bu da raporu reddedecek olanların oylamaya gelmemeleri sonucunu doğurdu… Anlaşılan Harakiri Japonlara mahsus bir eylem değil!!!)
[ 6 ] Bu bilgilerin büyük çoğunluğunu Stephane Yerasimos’un Questions d’Orient, Frontieres et Minorités des Balkans au Caucase (1993 Paris, Herodote Yayınları) kitabından aldım. Onun kaynaklarından bazı seçmeleri aşağıda gösteriyorum:
Ermeni kaynaklarından alınanlar:
G. Pastırmacıyan:Why Armenia Should Be Free? Armenia’s Role in the Present War, Boston, 1918; Richard G. Hovanissian: Armenia on the Road to Independence 1918, Los Angeles;
Gr.Çalkuşyan: Le livre Rouge, 1919, Paris
Diğer kaynaklar:
Philips M. Price: War and Revolution in Asiatic Russia, 1918, London;
C Korganoff: La participation des Arméniens a la Guerre mondiale sur le front de Caucase 1914-1918, 1927, Paris;
W.E.D.Allen,Paul Muratoff:Caucasian Battelefields, a History of the Wars of the Turco-Caucasian Border, 1928-1921, 1953 Cambridge


KAYNAK

Etiketler: , , , , , ,

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home

Google
 
Pardus... Özgürlük İçin... Türkiye’nin Beslenme Portalı
Counter