Belgeler - Documents

Ermeni Meselesi-Armenian Issue

Ad:
Konum: İstanbul, Türkiye

Pazartesi, Şubat 12, 2007

Ermeni Diasporası ve Batı Ülkeleri

Seyfi Taşhan,
19 Ocak 2001

Fransız Millet Meclisinin 18 Ocak 2001 günü, daha önce Senato tarafından kabul edilmiş bulunan yasa tasarısını kanunlaştırarak 1915 yılında Anadolu’da Ermenilere karşı bir “soykırımı” yapıldığını kabul etmesi doğal olarak ülkemizde kızgınlık ve infial yaratmıştır. Bu konuda Türkiye'nin Fransa devletine karşı protestoda bulunması ve Fransız Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine başvurmasını teşvik edecek bazı yaptırımları planlaması Türkiye'nin doğal bir hakkıdır.

Bununla beraber, Ermeni Diasporasının Türkiye ile ilgili olarak benimsediği politikalar ve Batı ülkelerin bu politikalara verdiği cevapları bu vesile ile hatırlamak yararlı olacaktır. Bu alanda ilk ciddi siyasal eylem olarak Ermenilerin baskısı ile Amerikan Senatosunun Lozan Antlaşmasını onaylamayı reddetmiş olması gösterilebilir. O zaman büyük Atatürk, Amerikan büyükelçisi Joseph Grew’ya, aydın ve ileri görüşlü Amerikan milletinin temsilcilerinin nasıl küçük bir azınlığın baskısına boyun eğdiğini anlamanın imkansız olduğunu ifade etmişti. Bu ret kararına rağmen iki ülke Lozan anlaşması varmış gibi ilişkilerini zaman içerisinde geliştirmişlerdi.
Kore’de Türk Amerikan silah arkadaşlığı (1950) ve Türkiye’nin güney-doğu kanadının koruyucusu olarak NATO’ya katılmasından (1952) sonra 1954 yılında Amerika’yı ziyaret eden, New York’ta konfeti yağmuru altında geçit töreni yapan ve Amerikan Kongresinin iki Meclisinin müşterek toplantısına hitap eden zamanın Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Kaliforniya eyaletini ziyareti sırasında bütün tanıtım faaliyetini Ermeniler üstlenmiş ve “Cumhurbaşkanımız geldi” diye kendisine en yakın ilgiyi göstermişlerdi.

Kıbrıs konusunda ABD Başkanı Johnson’un Türkiye Başbakanı İnönü’ye 1964 yılında gönderdiği mektupla birlikte Türk Amerikan ilişkilerinde başlayan soğukluk, 1972 yılında Sovyetler Birliği ile Amerika arasında başlayan detente süreci ve 1973’te patlak veren haşhaş krizinden sonra gittikçe artmış ve 1974 Kıbrıs müdahalesinden sonra Amerikanın Türkiye’ye askeri ambargo uygulamasına kadar kötüleşmişti. Bu soğukluğa paralel olarak ABD’de Ermeni kilisesinin önderliğindeki etnik fanatizm güçlenmiş ve Türk düşmanlığına dönüşmüştü. 1973 yılı, Ermeni milliyetçiliğinin Türkiye’ye karşı terörizminin 1920’lerden sonra yeniden başlamasına sahne olmuştu. 1978’den sonra Türk Amerikan ilişkilerindeki düzelme Türkiye'nin jeo-stratejik değerinin Amerika tarafından başka bir çerçevede de olsa yeniden takdir edilmesine yol açmış ve bu yüzden bazen kıl payı ile de olsa Ermenilerin Amerikan Kongresinden Türkiye aleyhine bağlayıcı karar çıkarmaları önlenebilmiş idi.

Asala’nın en son Orly baskınından sonra Fransa ve Amerika’daki Ermeni diasporası terörizm yerine siyasal etkinlik metodunu seçmiş görünmektedir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye üzerinden dünyaya açılma imkanlarını aramış ancak Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgalden vazgeçmek sureti ile bir anlaşmaya razı olmaması yüzünden Türkiye ile ilişkilerini normalleştirememişti. Önceki Ermeni Cumhurbaşkanı Ter Petrossian, bir yandan Ermeni diasporasına itidal tavsiye ederken diğer yanda Azerbaycan ile anlaşma imkanını arıyor ve Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurmayı ümit ediyordu. Ancak Türk düşmanı Taşnak partisinin lideri olan Koçeryan’ın bir darbe sonucunda iktidara gelmesi üzerine Ermenistan'ın barış arayan tutumu değişti. Koçeryan bir yanda 1915 olayları nedeniyle Türkiye'ye çatarken diğer yanda Amerika ve Fransa’daki Ermenileri tahrik çabalarına girişti. ABD'deki teşebbüs Clinton yönetiminin çabaları sonucunda Kongre’de durduruldu.

Ancak, Avrupa’da özellikle Fransa’daki Ermeniler Fransız Parlamentosunda başarılı oldular. Fransız Meclisindeki kararın kabulü aleyhine herhangi bir davranışta bulunulmamasının nedenleri üzerinde durulabilir. Hatırlanacağı üzere 1970-1984 yılları arasında Fransa Türkiye ilişkilerinde ciddi bir soğukluk yaşanmış ve o zaman bir Fransız siyasetçisinin ifadesi ile Fransa Türkiye ve sorunlarına karşı “kayıtsızhk” politikası izlemişti. Chirac döneminde ise Fransa, Türkiye ile ekonomik ilişkilerine ağırlık vermiştir. Bununla beraber söylemlerinin aksine Chirac’ın Türkiye'nin AB ile ilişkilerini güçlendirmede olumlu bir rol oynadığını söylemek mümkün değildir. Fransa’nın AB Başkanlığı döneminde Türkiye hem Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası dışında tutulmuş, hem de diğer bütün adaylar için müzakere ve katılım programları belirlendiği halde Türkiye bu tablonun tamamen dışında bırakılmıştır. Türkiye’nin AB’nin NATO imkanlarından otomatik yararlanmasını önlemesi ise Fransız hükümetinin karar empoze etme ve bunu siyasi baskı ile kabul ettirme hevesine darbe indirmiştir. Belki de Fransız hükümetinin Ermeni kanununa şimdiye kadar ilgisiz kalmasının nedeni AGSP yüzünden duyduğu infialdir. İkinci neden ise Türkiye’nin mukabil etkin ekonomik tedbirlere, AB ile gümrük birliği nedeni ile başvuramayacağını düşünmesi olabilir.

Bu alanda Öcalan yüzünden İtalya ile ortaya çıkan kriz hatırlanmalıdır.

Öyle görülüyor ki, 1915 olaylarının niteliği konusunda Türkiye’nin ve olayları tarafsız gözle izleyen bilim adamlarının izah tarzları, Ermeni diasporasının siyasi baskısı ve terörü yüzünden kabul görmemekte; buna karşılık soykırımı iddialarını savunan sahte belgelere dayalı sözde bilim adamlarının propagandaları benimsenmektedir. Fransız mahkemelerindeki Asala davalarında Türk bilim adamlarının açıklamalarına itibar edilmediği gibi, Bernard Lewis gibi dünyaca tanınmış bir bilim adamı 1915 olaylarının gerçek içyüzünü anlattığı için Fransız mahkemeleri tarafından yargılanmış ve mahkum edilmişti. Bu yüzden Fransa Ermenilerinin oylarına tamah eden bir kısım Fransız parlamenterin soykırımı iddiasını kabul etmiş olmasını yadırgamamak gerekir

Bu tür yasaları kabul ettirmekle Ermeni cemaatleri Türkiye'den bir takım tavizler elde etmeyi ummaları ve bu tür yasaları kabul eden ülkelerin de Türkiye pazarlıklarında yeni bir koz elde ettiklerini sanmaları doğaldır; ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin bu tür yapay iddialar karşısında gerileyeceğini ve Avrupa ile bütünleşme azminden feragat edeceğini düşünmek yersiz olur. Ayrıca, kendini diasporaların sözüm ona siyasal ve terör güçlerine teslim ederek bulunduğu bölgede refah ve saadetini sağlayabileceğini düşünen Ermenistan Taşnakları da, olayların hiç de kendi düşündükleri gibi gerçekleşmeyeceğini görecektir.

KAYNAK

Etiketler: , , ,

Soykırımı İddiaları Konusunda [Farklı Açı!]

Pulat Tacar
Şubat 2001

Soykırımı hukuki bir terimdir; çerçevesi 9.12.1948 tarihli (Jenosit) Soykırımı Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi [ 1 ] tarafından çizilmiştir.

Sözleşmenin -özeti dipnotta sunulan- ilgili maddelerinin incelenmesi, tüzel kişilerin değil, hakiki şahısların soykırımı ile suçlanabileceğini göstermektedir; yetkili mahkeme -esas itibariyle- soykırımının uygulandığı ülke mahkemesidir; ayrıca Akit Taraflar anlaşırlarsa dava bir uluslararası ceza mahkemesinde de görülebilir. Sözleşmenin 9.ncu maddesi Devletin soykırımı alanındaki mesuliyetinden söz etmektedir; bu bağlamda Akit Taraflar arasında Sözleşmenin yorumu,uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda ihtilaf varsa, Taraflardan biri konuyu Uluslararası Adalet Divanına götürebilir.

Tehcire bağlı kayıplar-ölümler-öldürülmeler soykırımı mıdır ?

Ermeni tarafı Osmanlı Devleti ile savaştığını Sevres Anlaşması görüşmelerine katılan Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar’ın imzasiyle açıkça ve resmen beyan etmiştir; bu nedenle, ayrıca Jenosit Sözleşmesinin 1948 yılında aktedildiği gözönünde tutularak 1915 olayları için hukuken bir soykırımının varlığından söz edilemeyeceği açıktır.

Öte yandan, Ermeni tarihçileri ve kimi başka tarihçiler, Ermeniler’in bir bölümünün Osmanlı devletine karşı ayaklandıklarını ve savaştıklarını yadsımamaktadırlar; burada da silahlı çatışma, ayaklanma ve isyanı bastırma eylemleri ile karşılaşıyoruz. Öte yandan, Türkiye’nin güneyini işgal eden Fransızlar, bir bölümü Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler’den Fransız Lejyonları kurmuşlar, bunlara Fransız askeri üniforması giydirerek, silahlandırmışlar ve savaşa sokmuşlardırdır.

Benzer şekilde, 1915 yılının başlarında, tehcir kararından hemen önce, Rus orduları ile Van’a giren Ermeni silahlı çeteleri burada bulunan Müslümanları kılıçtan geçirdiler; yerleşim birimlerini yıktılar.Bu olaylar da ayaklanma ve silahlı çatışma sınıfına girer. (1914’ten başlayarak Doğu Cephesinde Ermeniler’in Osmanlı orduları ile giriştikleri çatışmalar hakkında bir özeti ayrıca sunuyorum) Bu saldırıların karşılıklı öldürmelerin, tehcir kararının alınmasının en önemli nedenlerinden biri olduğunu unutmamak ve unutturmamak lazımdır.

Yahudi soykırımı ile paralellik arama çabası

Ermeniler ve destekçileri Yahudilere uygulanan soykırımı ile kendilerinin maruz kaldığını ileri sürdükleri eylemler arasında paralellik kurma peşindedirler. Oysa, Hitler Almanya’sında Yahudilere uygulanan soykırımı ile bu olaylar arasında benzerlik ilişkisi kurulamaz; zira Hitler Almanya’sında veya başka Avrupa ülkelerinde yaşayan Yahudiler ülkelerine karşı ayaklanmadılar, savaşmadılar ve savaşan taraf statüsünü talep etmediler. Buna karşılık Osmanlı Ermenileri’nin bir bölümü devletlerine isyan ettiler, savaştılar ve kayıplar verdiler. İsyana bağlı çatışmalar yanında, tehcir sırasında haydutların saldırıları sonucunda ya da halkın kin, intikam veya başka nedenlerle birbirleriyle çatışmaları sonucunda öldürmüş bulundukları gerçeği de vardır. Bunlara ek olarak ,hastalık,yorgunluk vb gibi nedenler ile Ermeni olsun , olmasın Osmanlı vatandaşları arasında büyük kayıplar olmuştur. Ancak bu kayıplar iki taraflıdır. Sadece Ermeni kayıplarına hayıflanmak ve onların komşuları ve yurttaşları olan Müslümanlar’ın kayıplarını olmamış saymak, küçümsemek ya da tarihin o sayfasını okumamayı tercih etmek kabul edilecek bir davranış sayılmamalıdır. Kanımca Ermeni sorunu konusundaki uzlaşmazlığın kilit noktası buradadır.

Soykırımı sözcüğünün etik çerçevede ya da günlük hayatta kullanımı

Soykırımı terimi hukuki olmakla birlikte,günümüzde politikacılar, gazeteciler ve kimi entellektüeller bu terimi,katliam, toplu öldürme, etnik temizleme, isyanı bastırmada toplu cezalandırma veya insanlık suçu anlamında da kullanmaktadırlar. Öte yandan kültürel soykırımı gibi soykırım çeşitleri de üretilmektedir. Soykırımı sözcüğünün ,bu eylemleri tanımlamak için kullanılmağa devam edileceğini sanırım; bunun bizim için oluşturduğu güçlükleri, bunların etrafından dolaşarak aşmamız gerekmektedir. Filhakika, çok sayıda politikacı,gazeteci, yazar, düşünür, sanatçı konuşma veya yazılarında soykırımının hukuki yanını bir kenara bırakarak -herkes hukukçu değil- , bu terimin felsefi , ahlaki veya halk arasında çokça kullanılan toplu öldürme yanını öne çıkarmaktadırlar. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinde yaşayan Ermeniler’e karşı soykırımı yapıldığı savı, formel olarak 1948 Jenosit Sözleşmesi çerçevesinde değil de bu bağlamda dile getirilmektedir. Soykırımı sözcüğü, o dönemdeki olayları, kırım, insanlık trajedisi, trajik olay veya katliamla eşanlamlı ya da yakın anlamlı olarak kulanılmaktadır. Ancak, -bize destek olduklarını düşündüklerimiz dahil- büyük çoğunluğun, bir insanlık trajedisi yaşandığına ve bundan Ermeniler’in büyük zarar gördüklerine inandıkları gerçeği yadsınamaz.

Bunun nedenlerinin akılcı bir analizini yapmakta yarar vardır.[ 2 ] Bu analiz sonunda karşımıza her biri geçerli olabilecek çeşitli nedenler çıkacaktır. Bunlarla ilgili olarak tek düze düşünce ve tepki oluşturmak yerine, her duruma uygun farklı tavırlar takınmanın ve stratejiler oluşturmanın yararlı olacağına inanıyorum.

Öte yandan, farklı veya nüanslı düşünceye sahip bulunanların görüşlerindeki çeşitlililiğe karşı tahammülsüz davrananlarımız –çoğunluktadır dememek için- vardır; bu konudaki olumsuz ve kimi kez şiddet öğesi içeren tepkilerimizin de zamanla değişmesinde yarar bulunuyor; tepkiler duygusal değil akılcı olmalıdır.

Soykırımı teriminin siyasal amaçla kullanımı

Bazı ülkelerin Parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu, Ermeniler’e soykırımı uyguladığını belirten kararlar almışlardır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi de kimi üyelerinin önerisi ile o yönde bir açıklama yayımlamıştır.[ 3 ] Konu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun Alt Komitesinde ele alınmış ancak Komisyon kendisine Ermeni soykırımı konusunda sunulan bir raporu kabul eylememiş, not etmekle yetinmiştir. Önümüzdeki dönemde şimdiye kadar soykırımının tanınması konusunda karar almamış başka ülkeler parlamentolarının da bu konuda benzer siyasal kararlar almaları beklenmektedir. Bu siyasal kararların ardında, çok farklı amaçlar bulunduğu kuşkusuzdur.

Oysa, soykırımının suçunun varlığını ya da yokluğunu parlamentolar ya da tarihçiler saptayamaz; soykırımı suçunun işlendiğini tesbit edecek makam yargıdır; hangi mahkemenin yetkili olduğu hususu da Sözleşmede belirtilmiştir. Bu nedenle derneklerin ya da parlamentoların alacakları soykırımı kararlarının hiç bir hukuki sonucunun bulunmaması lazımdır. Yahudilere uygulanan soykırımı konusunda çeşitli ülke parlamentolarının kararlar aldıkları ve o suçun inkarını cezalandıralacak eylem saydıkları bir gerçek ise de, o Parlamentolar, varlığı bir yargı organı (Nürnberg Mahkemesi) tarafından karara bağlanmış soykırımı suçuna dayanarak mezkur kararları almış ve yasaları çıkarmışlardır. Bu nedenle yetkili yargı tarafından varlığı karara bağlanmamış bir jenosit suçu olmadan, siyasi organların veya derneklerin aldıkları kararları yok saymak gerekir.

Bu tip kararların siyasal veya etik ağırlığı olup olmadığı sorulacak olursa, bunların uluslararası camiada etkili olduğu tecrübe ile sabittir.Bu yönde alınan bir karar suçlanan ülke halkını da olumsuz yönde etkiler; hatta kışkırtarak tepki vermeye zorlar. Ancak, tarihte karşılıklı katliam yapıldığı belli iken, bunun tek taraflı kırıma dönüştürülerek soykırımı yapıldığı savının dışardan yapılacak baskı ile ataları suçlanan halka kabul ettirilmesi de olası değildir. Gene de böyle bir kararın varlığı, tarihi suçlanan ülkenin insanını bazı sorular sormağa ve gerçekleri aramaya sevkedebilir; bu da soykırımı kararını alanlar açısından varılmak istenilen amaçlardan biri olabilir. Ne var ki bu kararların alınmasında uygulanan yöntem son derecede haksız ve dengesiz olunca,karar “sorgulamayı teşvik amacına” da ulaşamaz. Bu çerçevede, Ermeniler konusunda alınan kararlarda, gerek ilgili ülke Parlamentoları, gerek Avrupa Parlamentosu, gerek bunların tayin edip rapor yazdırdıkları militan raportörler Türkiye’nin Ermeni tehciri ya ülke insanlarının birbirlerini hangi şartlar altında kırdıkları konusundaki görüşünü almamışlar, gerekçelerini dinlememişlerdir. Böylece Türkiye’ye ortaçağ usulü yargısız infaz yöntemi uygulanmıştır.

Parlamentolar aldıkları kararları değiştirirler mi?

Alınan karar veya çıkarılan kanun, çoğunluğu esir alan bir militan azınlığın iradesinin ürünü olsa bile, Parlamentoların aldıkları kararların değiştirilmesine fazla ümit bağlamanın yanlış olacağı kanısındayım. Bu konuda hükümetten hükümete yapılan baskılar geçici başarılar sağlamakta ise de bu çeşit tazyikler altında kalanların – uzun vadede- hakkımızdaki tutumlarını olumlu yönde değiştirmelerini beklememek gerekir. Bizim yapmamız gereken iletişim kanallarını bıkmadan, usanmadan sürekli açık tutmak, kanıtlarımızı sunmak ve görüşümüzü anlatma olanaklarını yaratmaktır.

Karara bağlanmış soykırımının reddi suçu

Yetkili yargı organı tarafından karara bağlanmış bir soykırımı suçu var ise, o soykırımının vuku bulmadığının ileri sürülmesi bazı ülkelerde –örneğin Fransa’da- yasa ile suç sayılmıştır. Ermeni soykırımının reddinin bir suç olduğunu belirten yasa olmamakla birlikte, 1993 yılında bir Fransız mahkemesinin ünlü yazar Bernard Lewis’i ve onunla yapılan söyleşiyi yayımlayan Le Monde gazetesini mahkum ettiğini hatırlamak lazımdır. Oysa, o söyleşide Bernard Lewis, Ermeni kayıpları konusundaki Ermeni yaklaşımının Türkler tarafından paylaşılmadığını ifade etmiş ve tarihçi olarak görüşünü son derecede dikkatli bir biçimde dile getirmişti.

Şimdi Fransa Parlamentosunun aldığı kararın yaptırımı bulunmadığı, bu nedenle rahatsızlık duymamamız gerektiği, anılan Parlamentonun bazı üyeleri veya Hükumet tarafından söylenmekle birlikte, bir Fransız Mahkemesinin Bernard Lewis davasında aldığı karara benzer bir mahkumiyet kararı alması olasılığı yüksektir, hatta artmıştır.

Sorunu tarihçilere havale etmek bir çözüm müdür?

Tarih yazımının sübjektifliği

Kanımca tarih yazımı sübjektiftir. Hele tarihteki olayları, nedenleri ile birlikte ele alıp incelediğimizde, varacağımız sonuçlar bakış açımıza bağlı olarak,ayrıca incelemenin yapıldığı zamana ve inceleme döneminde geçerli olan hukuk veya etik normlara göre farklı olacaktır.
Ermeni olayları konusunda, her iki tarafın tarihçileri ile tarafsız denebilecek tarihçiler bu konuda yıllardır çalışıyorlar; kanımca söylenebilecek olanlar söylenmiş, yazılmıştır. Öte yandan, kimi tarihçiler, özellikle Ermeni tarihçileri tarihin bazı sayfalarını okumamakta, yok saymaktadırlar. Bu durumda,sorunu şimdi yeniden inceleyecek olan tarihçiler, “bugüne kadar ortaya çıkarılan vesikalardan farklı olarak ne bulacaklar ?” sorusunu sormak gerekir. Bundan sonra ortaya çıkarılacak olan “belgeler” karşı taraf için inandırıcı olmaz; zira oluşmuş bulunan kanının, objektif denebilecek tarihçilerin ulaşacakları sonuçlar ile soykırımını kendi kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline getiren dogma sahiplerini ikna etmesi beklenmemelidir. Ermeniler “kendi gerçekleri konusunda” “bu gerçekleri” sorgulama sonucunu verebilecek olan araştırma veya inceleme yapılmasını istemiyorlar; bir dini inanış gibi “nihai gerçeği” ellerinde tuttukları kanısındadır; bizden beklediği tek şey “nihai ve mutlak gerçeği” kabul etmemizdir. Karşı görüş veya kanıtlar tartışılmadan reddedilecektir.

Geçenlerde Show TV kanalındaki görüşmelere katılan Fransız politikacı Ermeni asıllı Patrik Deveciyan, tehcire tabi tutulanlara saldıranların cezalandırılmasını talep eden emirnameleri “kamuflaj” olarak nitelemedi mi? Ermeni Cumhurbaşkanı Paris’i 2001 Şubat ayında ziyaretinde “bu işin tarihçilere havalesine filan gereksinme kalmadığını” belirtmedi mi? Adam siyaset yoluyla sağladığı sonucu tehlikeye atar mı? Öte yandan, karşı taraf, kendi tezinin doğruluğunu isbat etmek için kendince önemli saydığı belgeleri veya gerekçeleri doğal olarak ön plana çıkaracaktır. Bunlara hazırlıklı olunması gerekir. Fransız politikacı Deveciyan bunun bir örneğini Show TV’de verdi. Örneğin, Takvim-i Vekayi’de (Resmi Gazete) yayımlanan İttihat Terakki davası dava zabıt ve kararlarını kanıt olarak gösterdi; kırım yapıldığını Osmanlı Mahkemesinin kabul ettiğini vurguladı. Anılan davalarda 1397 kişi mahkum edilmiş, bunlardan 600 küsuru idam olunmuştu. Bu belgeler Doçent Taner Akçam ve başkaları tarafından da kullanıldı. Fransa’da yılda bir kere Ermeniler tarafından yayımlanan l’Intranquille dergisi ilk sayısını Ittıhat Terakki davasına ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın eylemlerine mezkur davalarda yapılan açık atıflara ayırdı. Bu kişiler ile onlara inananları -hatta nisbeten tarafsız olanları-, olaylarda Ittihat ve Terakki Hükümetinin sorumluluğu bulunmadığına inandırmanın, Osmanlı Hükumetinin kullandığı bazı Teşkilat-ı Mahsusa elemanlarının suç oluşturabilecek kimi eylemlerini yok saymanın çok güç olduğunu hesaplamalı ve kendi ikna stratejimizi ona göre biçimlendirmeliyiz. Ama, o dönemdeki yargının tarafsız olmadığı ve mahkumiyet kararlarının halkın büyük tepkisi ile karşılaştığı yolundaki –doğru- gerekçeler, Osmanlı Mahkemesinin verdiği –de jure- mahkumiyet kararları gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.

Avrupa Parlamentosunun aldığı kararda bilinçli olarak yapılan usulsüzlük

Öte yandan, üç yıl boyunca (1984-1987) izlediğim Avrupa Parlamentosunda Ermeni raporu konusunda yaptığım yüzlerce görüşme, siyasette insaf, adalet ya da haklılık kavramlarının bulunmayacağını kanımı pekiştirdi. Ermeniler tarafından yazılarak Avrupa Parlamenteri raportörün eline tutuşturulan raporun orada ele alınışında hukuk kuralları açıkça çiğnendi. Anılan rapor Parlamentonun Siyasal Komitesi tarafından Lahey’de yapılan toplantıda reddedilmesine ve İçtüzüğe göre Parlamento gündemine alınmasına olanak bulunmamasına rağmen gündemden düşürülmedi; bu konunun mücadelesini veren güçler, tüm kuralları çiğneyerek reddedilmiş raporu hiç bir şey olmamışçasına gündeme getirip Parlamenterlerin yaklaşık % 15’inin katıldığı bir oturumda kabul ettirdiler. Bu örnek te sorunun tamamen siyasal olduğu ve politikacıların “tarihi gerçekleri” ya da karşı tarafın görüşlerini dinlemek, öğrenmek ve bilmek istemediklerini kanıtlıyor.

Arşivler açılsın söylemi

Bu nedenle, halen Türkiye’de sürdürülmekte olan “arşivlerimiz kapalı” sızlanmasının, “arşivlerimiz açılsın” söyleminin bu davada bize çok büyük bir yarar sağlayacağına inanmıyorum.

Esasen, Arşiv Genel Müdür Yardımcısının ifadesine göre “arşivlerimiz açıktır”; “bunların bir bölümü mikrofişler halinde ilgili ülkelerin kütüphanelerine de gönderilmiştir”; “başka Ermeni belgesi de kalmamıştır”. Buna mukabil, tanınmış tarihçilerimizden birinin ATV Televizyon kanalındaki açık oturumda ifade ettiği doğruysa, belgeler, Arşiv yetkililerince -Hükümetin talimatının gereği olarak- bir ön seçime tabi tutulmuş, bazı belgeler, (özellikle ölen Ermeniler ile ilgili belgeler ve tehcir uygulanması belgeleri) bir kenara kaldırılmış, diğerleri yayımlanmıştır. Arşiv yetkilileri bunun da doğru olmadığını ifade ediyorlar; ama tarihçimizin o sözleri nedeniyle, bundan böyle yerli veya yabancıları tüm belgelerin açıklandığı hususunda ikna etmemiz zordur .

Ermeni kayıpları konusunda Tarih Kurumu Başkanının ifadeleri

Tehcir sırasında hayatlarını kaybedenlerin sayısı konusunda da çok farklı veriler öne sürülmektedir. Gazeteler, Çankaya Rotary Kulübünde bir konuşma yapan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun, tehcir sırasında 438.758 Ermeni’nin yer değiştirdiğini, bunlardan 382.148’nin istenilen nakil noktalarına ulaştırıldıklarını, geriye kalan 56.610 Ermeni’den 10.000’nin eşkıya tarafından katledildiğini, 30.000’nin dizanteri, tifo gibi hastalıklardan öldüğünü, geriye kalan 16.000 Ermeni’nin de yurt dışına çıktığını belirttiğini yazdılar.

Buna göre, Ermeni kayıpları Sayın Büyükelçi Kamuran Gürün’ün kitabında ileri sürdüğü gibi 300-350.000 veya başka kaynakların tahmin ettiği gibi 600-800.000, hele Ermenilerin ileri sürdükleri 1.500.000 değildir; sadece 40.000 kadar Ermeni tahcirde hayatını kaybetmiştir; ya da kayıpları “vardıkları nakil noktalarında” aramak mı gerekiyor? Bu alanda da inandırıcı olabilmek için kullanılacak ikna yöntemini iyi düşünmemiz gereklidir. Gene de ben, bu iç karartıcı ölü sayısı tahminleri üzerinde sayısal tartışma yapmanın incitici olduğunu, konunun başka alana taşınmasında yarar bulunacağını, düşünüyorum.

Osmanlı yönetiminin tehcir sırasındaki kayıp ve ölümler konusundaki sorumluluğu nedir?

Önce başka örneklere bakalım

Her ülkenin tarihinde siyah lekeler ve karanlık sayfalar vardır. Bunlardan bir bölümü hukuki bir terim olan soykırımına uyar, bir bölümü uymaz. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sonunda batı cephesinde Amerikalı ve Fransızlara esir düşen 7.611.794 Alman savaş esiri önce (PW) savaş esiri, sonra (DEF) Silahtan Arındırılmış Düşman Kuvveti statüsüne geçirilmiş ve bunlardan yaklaşık 2 ila 2,5 milyonu korkunç şartlar altında aç, susuz bırakılarak, -Kızıl Haç’ın ve kamplar civarındaki sivil halkın önerdiği yardımlar reddedilerek- ölmeleri sağlanmıştır.[ 4 ] Bu olaylara hukuken soykırım denemez; ahlaken bir kırımdan, ölüme terk etmekten, savaş hukukuna aykırı suçtan söz edilebilir belki. Aynı biçimde Fransa’nın Cezayir’deki öldürme eylemleri soykırımı değil, katliam çerçevesine girer; oradaki ayaklanma karşısında Fransa silahlı kuvvetleri bir katliam yapmışlardır. Balkanlardan sürülen, öldürülen, yok edilen Müslüman topluluklarının uğradıkları felaket ise soykırım tanımına daha yakındır. Ancak bütün bu hususları bugün tek tek gündeme getirmek, “geçmişte ben yaptım ise, sen de yaptın” mantığını yürütmek olur ; bunun da uzun vadede bir yarar sağlamayacağını düşünüyorum.

Osmanlı hükumet üyelerinin ve bazı yöneticilerin sorumluluğu

Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı yargısı tehcir sırasında Ermenilerin maruz kaldıkları kötü muameleler konusunda kimi yöneticilerin ve memurların sorumluluğunu kabul edip, bunları yargılamış ve cezalandırmıştır. Bu cezalandırmalar ve idamlar zamanında halk tarafından benimsenmemiş , haksız bulunmuştu; bugün de Ittıhat ve Terakki davasının politik bir dava olduğunu Türkiye’de ileri sürenler çoğunluktadır. Bununla birlikte formel hukuk açısından bu davaları olmamış, mahkumiyet kararlarını verilmemiş addedilebilir mi? Osmanlı görevlilerinin bir bölümünün kimi ölümlerden veya kötü muameleden sorumlu bulunmadıkları, bu kararların işgal kuvvetlerinin süngüsü altında alındığı ileri sürülebilir belki; ancak ikna edici olabilir mi?
Malta’ya sürülenlerin suçluluğunun kanıtlanamaması

Öte yandan, özellikle Ermenilere karşı yapılan kırım iddiaları nedeniyle, savaş suçlarının cezalandırılması için çok sayıda Osmanlı yöneticisi işgal kuvvetleri tarafından yakalanıp Malta’ya sürgün edilmiş, bu kimseler aleyhine ne işgal altındaki Osmanlı başkentinde ne İngiltere’de ne de Amerika’da kanıt bulunamamış ve bu kişiler serbest bırakılmıştı. Kanıtlanmış bir sorumluluk bulunsaydı bu insanlar mahkum edilmeden salıverilirler miydi ? Mümkün değil… Görüldüğü gibi ortada son derecede çelişkili bir durum vardır.

Ö N E R İ L E R

* Hukuki alanda

Yukarıdaki anlatımdan da anlaşılacağı gibi, Türk tarafının sorunun hukuki yanlarına ağırlık veren bir stratejiye öncelik vermesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle 1948 Sözleşmesinin, soykırımı suçunun varlığınının tesbiti ile bunun cezalandırılması yetkisini yargıya havale ettiğinin altını çizmek istiyorum. Parlamentolar veya başka gruplar bu alanda yetkili olamazlar. Yetkileri olmadan bir karar almışlar ise bu bizim açımızdan geçersizdir; yok sayılmalıdır. Buradan hareketle, Soykırımı Sözleşmesinin sağladığı Lahey Adalet Divanına başvurma olasılığını incelememiz gerekir.

Fransa Parlamentosu, Fransa-Ermeni Dosluk Grubu Başkanı olan şahsın yazdığı –ve içeriği incelendiği zaman Türkiye Cumhuriyetini de töhmet alında bırakan- bir rapor sonucunda Ermenilere soykırımı yapıldığını belirten bir kanun çıkarmış ve Fransa Hükumeti de bu kanunu onaylayarak yayımlamıştır. Bu şekilde davranan Fransa Hükumeti 1948 Soykırımı Sözleşmesine aykırı hareket etmiştir. Bu aykırılık Fransa Hükumetini sorumlu kılmakta olup, talebimiz bu aykırılığın tesbiti olunmalıdır. Bu amaçla önce Fransa Hükumeti nezdinde girişimde bulunularak bir Sözleşmenin uygulanması ve yorumu konusunda bir ihtilaf bulunduğunun ortaya çıkarılması, daha sonra da Sözleşmenin 9.ncu maddesine göre Lahey Adalet Divanına -gerekirse tek taraflı olarak- başvurulması olasılığı bir seçenek olarak düşünülmelidir.

* Türkiyenin soykırımını neden tanımadığının gerekçelerinin anlatılması

Her olanaktan yararlanılarak Türkiye’nin soykırımı suçu işlendiği savını niçin kabul etmediği, 1915 olaylarını nasıl değerlendirdiği, Türk siyasetçilerinin, bilim adamlarının, karşı tarafın savları karşısında ne düşündükleri, yurt dışında ve Türkiye’de yabancıların katılımı ile yapılacak kollok, panel veya sempozyumlarda anlatılmalı; davet edilecek gazetecilere tezimiz açıklanmalıdır. Bu tartışmalara sadece Türkiye’yi destekleyen yabancılar değil, tarafsız olanlar ve değerlendirmemelerimizi paylaşmayanlar da davet edilmelidir. Bu anlatım ve görüş değiş tokuşu bilinçli biçimde, soğukkanlılıkla yapılmalıdır.

Bu arada, uzlaşmazlıkların çözümü konusunda bilinen yöntemlere de başvurularak Türkiye’nin kendisine zarar vermeğe başlayan ve enerjisini yitirdiği bu sorundan onurlu bir biçimde nasıl çıkacağı incelenmelidir.

* Tarihi araştırmalar ve tanıtım alanında

Tarihin sübjektifliği konusundaki görüşlerimi yukarıda belirttim. Türkiye, tarihin Türk görüşlerini destekleyen sayfalarını ve bilgilerin özetini, belgeleri ilgili politikacılara sunmalıdır. (Örneğin Ermeniler’in Sevres Konferansına Savaşan Taraf olarak kabul edilme başvuruları)
Ermeni tarihçilerinin ve onları destekleyenlerin savları tek tek incelenmeli ve gerçeğe uygun olmayan hususlar ortaya çıkarılmalıdır. Bu konuda Dışişleri Bakanlığı tarafından yaptırılmış pek çok çalışma vardı; şimdi mevcudu tükenmiş olan bu yayınlar gözden geçirilerek yeniden yayımlanabilir.

Türk kamuoyu da Ermeni tehciri ve o dönemdeki gelişmeler konusunda sağlıklı ve delillere dayanan açıklama beklemektedir. Türkiye’de farklı veya nüanslı görüş sahibi olanların söyledikleri ve yazdıkları konusunda daha hoşgörülü davranılması, bunların söylediklerinin incelenmesi, varsa hata ve eksikliklerin ortaya çıkarılması, karşı görüşlerin oluşturulması, kısaca sağlıklı bir tartışma ortamının yaratılması gereklidir.

Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde yaşanan trajik olaylar geniş toplum kesimlerini etkilemiştir. Bu olaylarda zarar görenlerin, hayatlarını kaybedenlerin soylarının belleklerinin silinmesi veya oradaki verilerin, sevinç ve üzüntülerin yok sayılması beklenemez. Bu duyguların da anlayışla karşılanması, yaraların tahriş olunması değil, sarılması için gereken psikolojik adımlar atılmasında büyük yarar vardır. Ancak, belleğe saygı duyulması bağlamında, sadece tehcire bağlı trajik olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin çocuk veya torunlarının değil, Iğdır’da, Maraş’da, Van’da ve ülkenin başka yerlerinde öldürülen Müslüman Türklerin soylarının da acı hatıralarının da belleklere kayıtlı bulunduğu gerçeği yerli-yabancı herkese anlatılmalıdır.

* Siyasal ve diplomatik alanda

Ermeni tarafı

Ermeni tarafı ve onları destekleyenler, Türkiye’nin tek taraflı özür dilemesini istemektedirler. Bu istekleri bireysel tazminat talepleri izleyecektir. 1914-1915 ve onu izleyen yıllarda ölenler ve eziyet çekenler konusunda tek taraflı, özür dilenmesi beklenmemelidir.

Ermeni yöneticileri “artık toprak talebimiz yok” demekle birlikte, Ermenistan’ın, Türkiye topraklarının bir bölümünü Anayasasının temelini oluşturan bildirgede Batı Ermenistan olarak adlandırdığı da bir gerçektir. Bu durumu yayılmacılıktan ve uzun vadeli toprak talebi amacı taşımaktan başka bir şekilde yorumlamak mümkün değildir; kaldı ki o ülke Azerbaycan topraklarının bir bölümünü de halen işgal etmekte ve “Megalo İdea’sına” Batı Ermenistan diye adlandırdığı Türkiye topraklarını da eklemektedir. Bu konuda ne yapılması gerekeceği konusunda çeşitli fikirler bulunmakla birlikte, Ermeni vatandaşları ile Ermenistan Hükumetini aynı kefeye koyulmamasından ve Ermenistan Cumhuriyeti vatandaşlarını toptan cezalandırmayı öngörmeyen muamele yapılmasından yanayım. Ermeni Hükumeti ile ilişkilerimizde ise, Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü ve Avrupa Konseyi çerçevesinde yapılacak ciddi girişimlerle saldırganlığı güç durumda bırakacak önlemlere öncelik vermeliyiz.

Fransa ve başka ülkeler

Soykırımı ile ilgili bir yasayı Parlamentonun yaklaşık onda birinin katılımı ile onaylayan Fransa ile ilişkilere gelince, bu alanda da akılcı hareket edilmesinde yarar vardır. Fransa’nın Ermeniler’i ve onların savlarını destekleme hususundaki tutumu yeni değildir. Bundan önceki Cumhurbaşkanı Mitterand da Vienne kentinde yaptığı bir konuşmada “Ermeni soykırımı” savını tanımıştı.Bilindiği gibi Fransız Parlamentosunun kabul ettiği yasa da 1989 yılına uzanmaktadır; karar şimdi yinelenmiştir.[ 5 ] Fransa Parlamentosunun kabul ettiği yasaya temel olan raporu da Fransa – Ermenistan dostluk grubunun Başkanı François Rochebloine yazmıştır; bu şahıs 3 Aralık 1993 tarihinde de tarihçi Bernard Lewis’i kınayan bir bildiri yayımlamıştı. Anılan siyasetçi, hem karşı tarafın avukatı, hem savcı hem de yargıç rolünü oynamıştır. Fransa Parlamentosunun bu kanunu bir yandan – Fransa’nın tarihin her döneminde çok yakın ilişki içinde bulunduğu (Fransa‘da mezarlıklar Ermeniler’in Fransa için öldüklerini belirten anıt-mezarlarla doludur)- Ermenileri tatmin etmek ve yerel seçimlerde Ermenilerin oylarını kaybetmemek amacını gütmekte, öteyandan Türkiye’yi Avrupa içinde görmek istemeyenlerin ülkemizi Avrupa entegrasyonundan uzaklaştırmak için kullandıkları bir silah ve kışkırtma işlevini de üstenmektedir. Bu açık kışkırtmaya uyulmaması Türkiye’nin yararına olacaktır. Aksine, bu yasanın bir provokasyon olarak değerlendirildiği ve Türkiye’nin Avrupa entegrasyonu yolundan vazgeçmeyeceği açıklanmalıdır. Halen uygulanmak istenen ambargo ve ihalelerden dışlama şeklindeki önlemler Avrupa hukukuna büyük ölçüde karşıdır ve bu konuda muhatabımız olan Avrupa Komisyonunun karşı önlem almaya yönelmesi büyük olasılıktır. Bu alanda atılacak dikkatsiz ve hatalı adımlar sonuçta Türk iş adamlarına ve esasen krizde bulunan ekonomimize de büyük zararlar verecektir.

Türk halkı ve Türk Parlamentosu, anılan kanun konusundaki değerlendirmelerini ve duygularını dile getirmiş bulunmaktadır. Yasanın amacının ilişkileri zedeleme olduğu konusunda kuşku yoktur. Bu nedenle çıkarlarımız Türkiye’nin dostu olmayanların bu olumsuz amaca ulaşmalarını akılcı bir biçimde önlemekten geçer.

Fransa’yı başka ülkelerin izleyecekleri bellidir; ticari ambargo eylemleri planlanırken bu gerçek de gözönünde tutulmalıdır.

EK

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Osmanlı Devleti'nin Doğu Cephesinde Ermenilerin yürüttükleri savaşlar [ 6 ]

Aşağıdaki tarihi hatırlatma Ermeniler’in Osmanlı Devleti ile savaştıklarını, bu savaş sırasında kayıp verdiklerini, başka bir deyimle soykırımı suçu ile değil, savaş sırasında ölme ve öldürme ile karşılıklı katliam olgusu ile karşı karşıya bulunulduğunu göstermektedir.

Osmanlı Devletinde ve dışında yaşayan Ermeniler’in kurdukları sosyalist eğilimli Ermeni Partileri, Ruslar’ın Doğu Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’daki yayılmacı eğilimlerinin aracı olmuştu. 1914 Temmuz ayında Ermeni ulusal hareketinin öncüsü olan Taşnak Partisi Erzurum’da 8.nci Kongresini topladı. Bu Kongrenin sonunda bazı İttihat ve Terakki mensupları Taşnaklar’a başvurarak Ruslar’a karşı birlikte savaşma önerisini götürdüler; karşılığında Erzurum, Van ve Bitlis’te Ermeniler’e özerklik vaad ettiler. Taşnak yöneticileri Osmanlı-Ermeni savaşında tarafsız kalacaklarını belirttiler. Buna eşzamanlı olarak Ermeni Patriği Eçmiazin Katolikos’u, Kafkasya Çar Vekili Vorontzov-Daşkov’a bir çağrı yaptı ve Ruslar’ı Ermeniler’i korumağa davet etti,Ermeniler’in oturdukları altı vilayet için özerklik istedi. Vorontzov Tiflis’te Ermeni Ulusal Komitesi üyeleri ile görüştü ve 6 Osmanlı Vilayetini almalarına yardım ettikleri takdirde, oralarda Ermeniler’e özerklik vermeği taahhüt etti. Bunun üzerine Ermeniler gönüllü birlikler kurma kararını aldılar ve tüm Ermeni topluluklarına telgraf göndererek örgütlenmelerini istediler. Ermeniler bunun üzerine örgütlenerek silahlandılar. Pek çok yerleşim biriminde silahlar kiliselerde depo edildi. Türk-Rus savaşının başladığı 1 Kasım 1914’e kadar Türkiye Ermenilerinden oluşan dört Ermeni gönüllü birliği kuruldu. Yaklaşık 1000’er kişiden oluşan bu birlikler öncü ve yol gösterici olarak savaşta önemli rol oynadılar.Rusya Ermenileri ise Rus ordusunda yer aldılar. Savaş başlamadan bir hafta önce 14 Ekim 1914 tarihinde komutanı Osmanlı Mebusan Meclisinin bir üyesi olan bir İkinci Ermeni Birliği Iğdır’dan Van’a doğru harekata başladı. Bu bölgede Hristiyan Osmanlılar’ın sayısı yüksekti,Van’da ve yöresinde Ermeniler, Urumiye civarında Asuriler,Hakkari’de Nasturiler oturuyorlardı. Anılan İkinci Ermeni Birliği 1 Kasım’da durdurulabildi. Ancak Rus birlikleri Ermeni öncülerden yararlanarak Osmanlı topraklarına girdiler. Türkler de gayrı nizami birlik olarak kullandıkları Kürt süvarilerini devreye soktular; ancak 13 000 kişilik bu süvari birliğinden 10 000 kadarı firar ettiler. Nizami kuvvetler içinde bulunan Ermeni ve Kürt piyadeleri de silahlariyle kaçtılar ve kendi köylerini korumağa gittiler. Ruslar İran topraklarından geçerek Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmak istediler.

Başlarında Antranik adlı biri bulunan Ermeni gönüllülerini de yanlarına alan Ruslar, Van’a 70 kilometre uzakta bulunan Saray ilçesini işgal ettiler; Başkale 24 Kasım’da alındı. Buralarda oturan Ermeniler Müslümanlar’I öldürdüler, evlerini yağmaladılar. Osmanlı orduları karşı saldırıya geçip buraları geri aldı; bu kez öldürülme ve yağmalanma sırası Ermeniler’e gelmişti. Birinci Ermeni taburu Rus-İran sınıruında Culfa’ya çekildi. Sık sık cephe değiştiren Kürt aşiretinin reisi Simko Ağa bu kez Osmanlı tarafına geçti ve Urumiye ovasına saldırdı. Urumiye 2 Ocak’ta, Tebriz 14 Ocak’ta gayrı nizami Osmanlı birlikleri tarafından alındı ve yağmalandı.
Öte yandan, Enver Paşa’nın hazırladığı büyük karşı saldırıya 120 000 asker katıldı ve bunlardan 70 000 kadarı Sarıkamış’ta donarak öldü.Ortaya çıkan kargaşa da taraflar birbirlerinin köylerini basıp yağmaladılar. Bitlis yöresinde Ermeniler Türk köylerini, Türkler Ermeni köyleri bastılar; Erciş yöresinde 2000 kadar Ermeni dağa çıktı. Ruslar Van-Urumiye bölgesini geri alınca Simko Ağa bu kez onların yanına geçti.Ruslar Büyük Zap Irmağı civarında yaşayan Nasturiler’in Piskoposu Mar Şimun ile temasa geçtiler. Osmanlı Ermenilerinin kurduğu 2, 3, 4, 5 sayılı birlikler, özel bir kuvvet halinde birleştirildi; bunların görevi Van’ı işgal etmekti. 20 Nisan’da Van’da Ermeni isyanı başlatıldı. Bu konudaki haberler İstanbul’a ulaşınca Ermeni tehciri ve mallarına el konulması kararı alındı… (S.Yerasimis’a göre tehcir sırasında yaklaşık 1,5 Ermeni’den 600000-800000 kadarı kötü muamele, açlık, hastalık ve öldürülmeler sonucunda ölmüştür.)

Van’daki gelişmeler karşısında 28 Nisan 1915’te Ermeni birlikleri Erivan’dan Van’a doğru hareket ettiler. Halil bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri ile Antranik komutasındaki Ermeni birlikleri Urumiye kuzeyinde Dilman’da karşı karşıya geldiler. Ancak Van isyanı nedeniyle Halil beye telgrafla Bitlis Musul yolunu korumak için çekilme emri verildi. Halil beyin kuvvetlerine Kürk aşiretleri de saldırdı. Bu arada Ermeni birlikleri 18 Mayıs’ta Van’a girdiler ve orada büyük katliam yaptılar. Ruslar oradan Başkale’ye yöneldiler. Nasturiler Ruslar’a iltihak ettiler; katılmak istemeyen Nasturiler ise katledildiler. Van’ın kaybı üzerine Kürtler Türkler’e katıldılar ve Ruslar Van’ı terkettiler. Burada bulunan 300000 Ermeni Kafkasya’ya kaçtılar ve Erivan yöresinde toplandılar. Nasturiler de Urumiye civarına göçtüler. Ruslar yeniden saldırıya geçtiler ve Van’ı Eylül 1915’te yeniden işgal eylediler. Ermeni kuvvetleri de yeniden o bölgede “etnik temizliğe” giriştiler. Bu kez Müslümanlardan kaçabilenler batıya yöneldiler. Muş ve Erzurum 16 Şubat 1916 tarihinde işgal olundu. Trabzon 18 Nisan günü kaybedildi. Rus kuvvetleri 25 Temmuz 1916’da Erzincan’a girdiler. Türk kuvvetleri 6 Ağustos’ta Muş’u geri aldılar ve Mezopotamya’ya gidiş yolunu kestiler. Bu savaşlar sırasında yörede oturan ahalinin % 75’ ı öldü veya oraları terk etti. Ermeniler bölge ahalisinin %30-40 ise geri kalanı Türk veya Kürt idi. Rus kuvvetleri Ermeniler tarafından talep olunan 6 vilayeti işgal etmişlerdi. Ancak Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Gran-Dük Nikola’ya gönderdiği bir notta bu bölgede bir Özerk Ermeni Bölgesi kurulmasına karşı çıktı. Ona göre, savaştan önce o bölgedeki Ermeni toplumu toplam nüfusun yüzde yirmibeşini geçmiyordu ve son iki yıl içinde daha da azalmıştı; bu itibarla Rusya Müslüman halkı yanına alarak buraları elinde tutmalı, her azınlığa hak tanımalı, kuvvetlerinin üçte birini kaybeden Ermeni birlikleri ise dağıtılmalıydı.

1916 yazında Osmanlı ve Rus orduları tamamen güçsüz kalmıştı. Mart 1917’de Rus İhtilali oldu. Komünistler Kafkasya’da peyderpey yönetimi ele geçirmeğe gayret ettiler. 1917 Komünist İhtilalinden sonra Rus otoritesi gücünü kaybedince Ermeni mülteciler, Ermeni milislerin himayesinde köylerine geri dönmeğe başladılar. Bu da yörede bulunan Kürtlerle aralarında çatışmalar çıkması sonucunu verdi.

1917 yılı sonbahasında askeri durumdaki gelişmeler Ermeniler’i endişeye sevketmekteydi. Bunlar Antant Devletlerinin Kafkasya’daki temsilcileri ile işbirliğine yöneldiler ve Kafkaslar’da bir Hristiyan cephesi kurulmasına karar verdiler. Bu cepheye Pontuslu Rumlar, Gürcüler,Ermeniler ve Nasturiler dahil olacaktı. İngilizler Rus ordusunda bulunan 130 000 Ermeni askerinin Kafkas bölgesine gönderilmesini önerdi; ABD’ne göç etmiş bulunan Ermenilerin de bu güce katılmaları için girişimler oldu. Tiflis’teki İngiliz askeri misyonu başkanı Offley Shore Aralık 1917’de Ermeni komitacı Antranik ile temas kurarak 10.000 gayrı nizami askerin bir araya getirmesini, silah ve para alınca da bir ay içinde bu sayıyı iki misline çıkarmasını istedi; bu kuvvetlerin Van-Urumiye bölgesinde kullanılmaları ve Antranik, Nasturi papazı Mar Şimun ile Kürt ağası Simko arasında işbirliği yapılması öngörülüyordu.Simko Van’daki Amerikan Protestan Misyoneri Dr. Shed tarafından davet edilmiş ve işbirliği yapmağa razı olmuştu. 7 Aralık 1917 tarihinde İngiliz Bakanlar Kurulu Dışişleri Bakanı Balfour’un Ermenilere askeri haber alma teşkilatının bütçesinden para vermesini kararlaştırdı; 14 Aralık’ta Tahran’daki İngiliz Büyükelçisi Marling’e bu amaçla para yardımında bulunması talimatı verildi. İngilizler bu amaçla 20 milyon İngiliz Lirası tahsis eylediler. Fransızlar da boş durmadılar; 12 Aralık’ta Paris’te Albay Chardigny’nin emrine bu amaçla 20 milyon Frank tahsis etti.
İngiliz Hükumeti adına Lord Milner ve Lord Cecil tarafından hazırlanıp Fransız Dışişleri Bakanı Clemenceau’a sunulan ve 22 Aralık 1917 günü kabul edilen bir Muhtıra’da şöyle denilmekteydi : “ Netice itibariyle, mümkün olduğu ölçüde, sadece Mezopotamya’daki kuvvetlerimiizin kanatlarınıu korumak için değil, aynı zamanda Ermeniler ve özerk ya da bağımsız bir Gürcistan İstanbul’dan Çin’ekadar uzanacak bir Turan hareketinin gelişmesini önlemek için hayatta kalan Ermeniler’i korumak zorundayız”

Ertesi gün imzalanan bir Fransız-İngiliz Anlaşması ile Ukrayna, Besarabya ve Kırım Fransız etki alanına, Kazak toprakları, Kafkasya ve Kürdistan İngiliz etki alanına bırakılıyordu. Urumiye civarında başlayan uygulama sonucunda silahlandırılan Nasturiler civardaki Müslüman köylere saldırdılar kentleri yağmaladılar ve katliam yaptılar.Kürtler ile Nasturiler birbirlerine girdiler. Bu dönemi izleyen bir yıl içinde bölge kargaşa içinde kavruldu.

Kısa hatırlatmaya burada son veriyorum. Bu tarihten sonra kurulan Ermeni milis gücü büyük katliamlar yapmıştır; bu da ayrı bir tarihi inceleme konusu olacaktır.

PT

________________________________________
[ 1 ] Soykırımı Sözleşmesinin ana hatları :
- Sözleşmenin Giriş bölümü jenosit suçunun tarihin tüm dönemlerinde işlendiğini vurgulamaktadır;
- Soykırımı suçu savaş veya barış döneminde de işlenebilir;
Md. 2- JENOSİT, BİR ULUSAL,ETNİK,IRKSAL VEYA DİNİ GRUBU TAMAMEN VEYA KISMEN ORTADAN KALDIRMAK AMACİYLE İŞLENMİŞ AŞAĞIDAKİ EYLEMLERDEN BİRİDİR.,
A) Bir grubun üyelerini öldürmek,
B) Grubun üyelerine cismani veya akli zarar vermek,
C) Bir grubun üyelerini, bunların fiziki olarak tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına koymak,
D) Grup içinde doğumları bilinçli olarak önlemeğe yönelik önlemler dayatmak,
E) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek.
Md.3 – Aşağıdaki eylemler cezalandırılır :
- Soykırımı;
- Soykırımı uygulamak için fesat karıştırmak (conspiracy)
- Soykırımı uygulamaya doğrudan ve açık biçimde teşvik etmek;
- Soykırımı girişimi
- Soykırımı konusunda suç ortaklığı .
Md.4 - Soykırımı ile cezalandırılanlar kamu görevlileri, özel şahıslar ya da anayasalaerı gereğince sorumlu olan yöneticilerdir. Yani soykırımını hükmi şahıslar değil hakiki şahıslar yapabilmekte ve bunlara ceza verilmektedir.
Md.6- Yetkili mahkeme soykırımımım işlendiği ülkenin mahkemesidir; ayrıca Taraflar yargı yetkisini kabul ettikleri takdirde uluslararası ceza mahkemesi de yetkili olabilir.
Md. 9- Devletin soykırımındaki sorumluluğu konusu da dahil olmak üzere Sözleşmenin yorumu, uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda Akit Taraflar arasında ihtilaf olursa, ihtilaf taraflarından biri konuyu Uluslararası Adalet Divanına götürebilir.
[ 2 ] a) İnsanlar, Ermenilerden ve onlar gibi düşünenlerden gelen -derlenmiş bilgi, söylenti, propaganda kümesini- almaya ve onaylamaya hazır oldukları için; veya inandırıcı buldukları için; veya gelen bilgiler tarihten süzülerek kendilerinde oluşmuş bulunan Türk imgesine uyduğu için; hatta günümüzdeki gelişmeler oluşmuş bulunan bu imgeyi doğruladığı için ;
b) kendilerine tarafımızdan inandırıcı karşı bilgi ulaştırılamadığı için;
c) sunduğumuz bilgiler çağdaş iletişim tekniklerine uygun biçimde hazırlanmadığı ve iletilmediği için. (En zayıf noktamız buradadır; yüzlerce sayfa kitap yazıp muhataba iletmek yetmez; okunmasını sağlamak, özetlemek çağdaş iletişim teknikleri kullanmak, sosyal psikoloji bilmek lazım);
d) Tarihten veya kültürel birikimlerinden gelen öndeğerlendirmeler veya önyargılarla “doldurulmuş” bulundukları ve kanı değişimine direnç gösterdikleri için;
e) iletişimde ikna sürecinin nasıl işlediğini bilmediğimiz ve herkesin gönderdiğimiz bilgilerle yetinmesi ve bunlara inanması gerektiğini sandığımız için v.b.
[ 3 ] (ABD Senatosunun 11.5.1920 kararı; ABD Temsilciler Meclisinin 8.4.1975 tarihli, 24 Nisan’ı İnsanın İnsana Zulmetmesini anma günü ilan eden kararı; ABD Temsilciler Meclisinin 10.9.1984 tarihli aynı mahiyetteki kararı; Çeşitli ABD Eyaleylerinde bu konuda alınmış kararlar;
Arjantin Parlamentosunun 1985’te Hükumeti Birleşmiş Milletler Kuruluşlarında Ermeni savlarını desteklemeye davet eden kararı; Arjantin Senatosunun 1993’te aldığı soykırımını insanlık suçu ilan eden kararı; Arjantin Kongresi’nin 21.9.1995 tarihli, 24 Nisan’I insanın insana karşı ayrımcılığı ile mücadele ve kınanması günü ilan ettiğine dair yasa – Cumhurbaşkanı Demirel’in girilşimi sonucunda bu tarih 10 Aralık olarak değiştirildi ve Ermeniler’e yapılan referans metinden çıkarıldı-.; Arjantin Senatosunun 22.4.1998 tarihinde kabul ettiği deklarasyon;
Uruguay Parlamentosunun 20.4.1965’te kabul ettiği ve 24 Nisan’I Ermeni Şehitlerini Anma Günü olarak kabul eden kararı;
Rusya Dumanın 14.4.1995 tarihinde kabul ettiği bildiri;
Kanada Parlamentosunun 23 Nisan 1996 tarihli kararı;
Yunanistan Parlamentosunun 25.4.1996 tarihli 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü olarak kabul eden kanunu ;
Lübnan Parlamentosunun 3 .4.1997 tarihli kararı ve 11.5.2000 tarihli tavsiye kararı
Belçika Senatosunun 26.3.1998’te kabul ettiği 1915 yılında Türkiye’deki Ermenile’e yapılan soykırımı başlıklı karar;
Fransa Parlamentosunda 1989 yılında alınan karar, Senato kararı ve nihayet Parlamentonun 2001 de aldığı Fransa Ermeni soykırımını tanır kararı.Daha önce de Cumhurbaşkanı Mitterand’ın Vienne kentinde Ermeni soykırımını tanıdığı yolundaki beyanı;
İtalya Parlamentosu tarafından 17.11.2000 tarihinde kabul edilen karar;
Kıbrıs Rum Yönetimi Parlamentosunda 29.4.1982 tarihinde alınan karar;
Avrupa Parlamentosunun 18.4.1987 tarihinde aldığı Ermeni Sorununa Siyasal Çözüm başlıklı karar; 2000 yılında Türkiye için hazırlanan raporla ilgili karara sonradan eklenen Ermeni soykırımı referansı;
Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin 51 parlamenterin imzasiyle 24 .4.1998’de yayımladığı 1915 Ermeni Soykırımının Anılması açıklaması;
[ 4 ] James BACQUE Other Losses, 1989 Stoddart Publishing Co. Limited,Toronto Canada. Bu kitabınm Fransızca’ya çeviriisi 1990 ‘da Fransa’da Sand Yayınevi tarafından, Mort Pour Raisons Divers başlığı altında yayımlandı ; kısa zamanda gizli eller tarafından piyasadan toplandı; zira bu kitapta Fransa’nın da Amerika gibi büyük sorumluluğu bulunduğu kanıtlanıyordu.
[ 5 ] Fransız Meclisinin kararı bana 1987 yılında Avrupa Parlamentosunda alınan Soykırımı Kararını anımsattı. Orada da Fransız Parlamenterler öne çıkmışlardı; raporu Ermeniler yazmış, bir Flaman milliyetçisi parlamenter raportörlüğü göstermelik olarak üstenmişti; yukarda da sunduğum gibi aleyhimizdeki rapor Avrupa Parlamentosunun Siyasi Komisyonunda reddedildiği halde Genel Kurul gündemine - hiç bir şey olmamış gibi- indirilmişti.Avrupa Parlamentosu, Fransız ve Yunan Parlamenterlerin de katılımı ile üye sayısının yaklaşık yüzde onbeşinin bilfiil katılımı ile karar almışlardı. Diğer parlamenterlerin bir bölümü açıkça tehdit edilmişler, bu konuyu bir Fransız meselesi olarak gördüklerini söyleyen, konuya önemi vermeyen parlamenterler ise Genel Kurula gelmeyerek alanı Türkiye aleyhtarlarına bırakmışlardı. (Bizden birileri ise, Dışişleri Bakanlığına bildirdiğimiz, lehimize oy vermesi beklenenlerin adlarını oylama günü – Avrupada’da yayımlanan- bir Türk gazetesine sızdırdı, yayımlattırdı; bu da raporu reddedecek olanların oylamaya gelmemeleri sonucunu doğurdu… Anlaşılan Harakiri Japonlara mahsus bir eylem değil!!!)
[ 6 ] Bu bilgilerin büyük çoğunluğunu Stephane Yerasimos’un Questions d’Orient, Frontieres et Minorités des Balkans au Caucase (1993 Paris, Herodote Yayınları) kitabından aldım. Onun kaynaklarından bazı seçmeleri aşağıda gösteriyorum:
Ermeni kaynaklarından alınanlar:
G. Pastırmacıyan:Why Armenia Should Be Free? Armenia’s Role in the Present War, Boston, 1918; Richard G. Hovanissian: Armenia on the Road to Independence 1918, Los Angeles;
Gr.Çalkuşyan: Le livre Rouge, 1919, Paris
Diğer kaynaklar:
Philips M. Price: War and Revolution in Asiatic Russia, 1918, London;
C Korganoff: La participation des Arméniens a la Guerre mondiale sur le front de Caucase 1914-1918, 1927, Paris;
W.E.D.Allen,Paul Muratoff:Caucasian Battelefields, a History of the Wars of the Turco-Caucasian Border, 1928-1921, 1953 Cambridge


KAYNAK

Etiketler: , , , , , ,

Cumartesi, Şubat 10, 2007

Ermeni Sorunu [1]:Tehcir.

1915 olaylarının yoğun olarak tartışıldığı bu dönemde diaspora Ermenileri, Ermenistan’da yaşayanlar ve Batı dünyası ile Türkiye yine karşı karşıya geldi. 90 yıl önce yaşananlar, bugün sıcak bir gündem maddesi olarak karşımızda.

Hazırlayan: Cem Fakir
NTV-MSNBC

- Tehcir kararı, Ermenilerce farklı, Türkiye tarafından farklı tanımlanıyor. Her iki tarafta acılara neden olan olaylar, bugün Türkiye’nin karşısına konulan siyasi bir gündem maddesi halinde yeniden tartışılıyor. NTV, 24 Nisan tarihi etrafında kopartılan fırtınalar ve oluşan toz-duman arasından gerçekleri ayıklayabilmek ve tarafların görüşlerine serin kanlı biçimde kulak verebilmek için özel bir dosya hazırladı.

ERMENİ SORUNU


1915 yılı Osmanlı İmparatorluğu için bir faciayla başladı. Son kırk yılını cephede geçiren ordu, nefes almaya fırsat bulamadan cihan harbinin ateşine düştü, ilk acı deneyimini de Sarıkamış’ta yaşadı. Binlerce asker donarak öldü, Çarlık Rusyası orduları tüm Doğu Anadolu’yu ele geçirmek fırsatını yakaladı. Rus ordusunda, Osmanlı vatandaşı Ermenilerin oluşturduğu taburlar vardı. Aslında Ermeniler’deki hareketlenme yeni değildi. 19. yüzyılın başlarından itibaren, artık her yönüyle dağılmaya başlamış devlete karşı örgütlenmişlerdi. Ülkeden tek tek kopan diğer etnik unsurlar gibi toprak davası güdüyor ve özellikle Doğu Anadolu’da, Türklere karşı ölümcül saldırılar düzenliyorlardı.

TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu

Bu tarihlerde artık terör başlıyor. Terör hareketleri 1895 Sason isyanı ile daha geniş bir hal alıyor. Ardından Anadolu’nun pek çok şehrinde kundaklamalar, insan öldürmeler oluyor. Ardından da Van’da, Elazığ’da, Adana’da, Zeytun’da isyanlar çıkıyor. Yine İstanbul’da Osmanlı Bankası’nın bombalanmasından Yıldız suikastına kadar, çeşitli suikastlar var.TEHCİRDEN ÖNCE Eski büyükelçi ve CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ da olayların 1915’ten çok öncelere dayandığı görüşünde.

CHP Milletvekili ve eski büyükelçi Şükrü Elekdağ

Osmanlı devletine büyük devletlerin müdahalesi için daima kullanılan, Osmanlı devletinin Hıristiyan tebaasının özgürlükleriydi. Bu işin uluslararası alana intikal etmesi bu şekilde olmuştur. Böyle bir yaklaşım içersinde Hınçak ve Taşnak gibi kurumlar ortaya çıkmış ve Anadolu’yu kana boyamışlardır. 1878’den 1. Dünya Savaşı’na kadar 40’tan fazla isyan olmuştur Anadolu’da. Bu isyanların temel amacı Hıristiyanların Türkler tarafından baskıya maruz kaldığı gerekçesiyle dış devletlerin müdahalesini sağlamaktır. Önemli olan şudur burada; Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Ermeni partileri şöyle bir plan üzerinde anlaşmışlardı. O da Birinci Dünya Savaşı’nın bağımsızlığı elde etmek için bulunmaz bir fırsat teşkil edeceği idi.1915 olaylarına ilgi duyanlar yalnızca tarihçiler, diplomatlar değil. Bu soruna ilişkin derinlemesine araştırma yapan bağımsız araştırmacılar da var. Bunlardan birisi de Almanya’da yaşayan Derya Tulga da şunları söylüyor.

Araştırmacı Derya Tulga

Şimdi 1915 bir nokta değil. 1915, ta 1774’te başlıyor. Neden başlıyor? O tarihten itibaren insanlar başlıyorlar yerleştikleri toprakları terketmeye... Bütün o tarihlerdeki anlaşmalarda madde var; isteyen istediği yerde yaşar diye... Yani birarada yaşama gibi durum kalmamış. Fakat ondan sonra bu gönüllülük ortadan kalkıyor. Bu, Gladstone’un meşhur 1876’da ‘Türkler pılını pırtısını toplasın, defolsun’ hikayesi geliyor. İş ciddiye biniyor. 1915 yılında Türkiye’de bir nesilde üçüncü defa kovulmuş adam var. Ondan sonra Ermeniler tarafından bir de dördüncü defa gündeme gelince, bazı adamların sabrı patlamış.Resmi teze karşı yaptığı açıklamalarla çoğu zaman büyük tepki çeken tarihçi Halil Berktay ise, 1915 öncesi olayların tek taraflı resmedildiği görüşünde.

Tarihçi Halil Berktay

Ermeni meselesinde resmi tarihçiliğin yazıp çizdiği, Türk Tarih Kurumu’nun, Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun, Ermeni Masası Başkanı Hikmet Özdemir’in ve diğerlerinin yazıp çizdiği herşey, aslında bu örtük kabullerden kaynaklanmaktadır. Yani ortaya Ermeni milliyetçi devrimci örgütleri çıktıysa; ‘bunun hiçbir mantıki açıklaması yoktur bu adamlar haindir’, ‘verdikleri mücadele başından itibaren bir ihanet mücadelesidir’, ‘bir dış ajanlık, Rus Çarlığı’ndan, Panslavizmden falan kaynaklanan’... -O boyutları hiç yoktur demiyorum ama- ona indirgenen ‘bir ihanet çıkışından başka birşey değildir’. Söylemek istediğim şey şu: Bu bütünsel tarih kurgusu Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dikensiz gül bahçesi gibi resmedilmesinden ve buna karşılık bütün isyan, başkaldırı, reform taleplerinin hepsinin ihanet girişimleri olarak resmedilmesi anından başlayarak toptan sakattır. Savaşla birlikte durum daha da kritikleşti. 1915’in ilk aylarında yaşananlar Türklerle Ermeniler arasında daha kötü olayların habercisiydi. Anadolu’nun dört bir yanında isyanlar çıkıyor, Ermeni örgütleri Türk ordusunun ikmal hatlarına yoğun saldırılar düzenliyordu.

Yusuf Halaçoğlu: Gözünüzde Türkiye haritasını canlandırın. Çanakkale’de savaşıyor ordunun bir tanesi, ikincisi Kafkasya’da savaşıyor. Bir ordunuz da Suriye’de savaşıyor. Bir çizgi çekin bu savaş olan alanlara. Deniz yolları biliyorsunuz kapalı. Rus donanması Karadeniz’i tutmuş. İtilaf devletleri donanması da Akdeniz’i tutmuş, herhangi bir şekilde denizden ikmal şansınız yok. Şimdi bir çizgi çekin İstanbul’dan Kafkasya’ya, Kafkasya’dan Suriye’ye, Suriye’den Çanakkale’ye. Bu üçgen içersinde kimler var; işte Ermeni nüfusu var. 24 Nisan öncesinde Patrik başta olmak üzere bütün ileri gelenler ikaz ediliyor. Bakın bu tür hareketler yaptığınız takdirde sert tedbirler uygulanacaktır diye. Bu da var elimizdeki belgelerde. Bu ikazda bulunulduğunu Amerikan belgelerinde de görüyoruz, Konsolosluk raporlarında... Ama olmadığı için 1800 Ermeni’nin tutuklandığını görüyoruz. Bakın yine 24 Nisan, sürgün kararının alındığı tarih değil.

TEHCİR NASIL BAŞLADI?


Ülkeyi ve iktidarını tehlikede gören İttihat ve Terakki hükümeti, 24 Nisan’da değil belki, ama bir ay sonrasında harekete geçiyordu. Alınan bir karara göre, savaş alanlarındaki Ermeniler başka yörelere göç ettirilecekti. Yani tehcir.90 yıllık soykırım tartışması işte alınan bu karar ile başladı. Binlerce Ermeni yollara düştü. Bu uzun yolculuk sırasında bazısı saldırılar sonucu, bazısı açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetti.Yusuf Halaçoğlu: Siz bir devletsiniz, ne yaparsınız? Telgraf telleriniz kesiliyor, ikmal yollarınız sabotaja uğruyor. Ve düşmanla işbirliği yapmışlar, Fransızlarla işbirliği yapmışlar. 1914-1918 arası Fransız belgelerine bakın. Fransa için ölen Ermenilerin listeleri var. Hatta Paris’te anıtları var ve orada isimler yazılı. Ermeniler o çizdiğimiz çizgi vardı ya, Kafkasya’dan Suriye’ye, çektiğimiz çizginin dışında bir yere naklediliyor. Musul-Zor bölgesine nakletmiş. Osmanlı devleti diyor ki; nakil sırasında bunların bütün yiyecekleri karşılanacaktır. Gittikleri yerlerde nüfus kayıtları tutulacaktır. Siz yok etmek istediğiniz bir topluluğun nüfus kaydını tutar mısınız?Eleştiri oklarına hedef olan isimlerden biri tarihçi Taner Akçam ise 1915 olaylarını İttihat ve Terakki’nin Ermenileri imha etmesi olarak niteliyor;

Araştırmacı Taner Akçam

1915’te Sarıkamış yenilgisinden sonra İttihat ve Terakki Partisi, Doğu Anadolu’yu kaybedeceği hükmüne vardı ve bu kaybetmede Ermenilerin önemli rol oynayacağına inandı. Büyük bir panikle Anadolu’daki bütün Ermenileri Suriye çöllerine sürerek imha etti. Özetle 1915’te ne olduğunu anlayabilmek için, tabii çok öncelere bakmak gerekiyor ama asıl önemli noktası İttihat ve Terakki Partisi’nin Ermeni vatandaşlarını Osmanlı Devleti’nin devamı için bir tehdit olarak görmesidir.Yıllardır Türk tezlerine olan yakınlığı ile bilinen Amerikalı Tarihçi Justin McCarthy de, kayıpların karşılıklı olduğunu söylüyor.

Tarihçi Justin McCarthy

Evet, Türkler Ermenileri öldürmüştü, bu doğru ama Ermeniler de bir çok Türk’ü öldürmüştü. Bu bir katliam, etnik bir temizleme değildi, savaş koşullarında yaşanmış bir şeydi. Hükümetlerin yanı sıra halklar da savaşmıştı ve bu savaşta yüzbinlerce insan ölmüştü. Bu şekilde olayı anladım. Bu araştırmayı burada yaşadığım ya da Türkleri sevdiğim için yapmamıştım. Bulduğum gerçekler beni bu sonuca götürmüştü. Rakamlar vardı ve bunlar doğru söylüyorlardı.

YAŞANANLAR NEYDİ?

Tartışmaların asıl odaklandığı nokta ise, yaşananların nasıl tarif edileceği.

Derya Tulga: Devletin maksadı neydi? Efendim, bizde şimdi anlatıyorlar çarpışmaydı falan, hayır devletin maksadı şuydu. Ermenileri yaşam sahalarından alıp, başka yaşam sahalarına götürmek ve orada bırakmak. Geri döneceklerdi diye kimse iddia etmesin, mümkün değil. Döndüler tabii sonradan o ayrı. Ama devletin esas maksadı, Ermenileri oraya yerleştirmekti, hayat sahalarını oraya kurmaktı. Hatta iddialar var, Ermeni milliyetçiliğini, Arap milliyetçiliğine denge unsuru olarak kullanmak diye... Ondan sonra şimdi millet zannediyor ki, o zamanki yol şartlarıyla, bugünkü yol şartları aynı. Maraş’la Antep arası dört günmüş, düşünebiliyor musunuz? Dört gün... Siz adamı alıyorsunuz ta Trabzon’dan Suriye’ye hatta Musul’a kadar yürütüyorsunuz. Pikniğe götürseniz çok ağır kayıplar verir. Yani ağır ihmal muhakkak ki var. Ancak bunun tartışması Ermenilerin dediği gibi olmaz.

Halil Berktay: Ben hakikaten en hafif deyimiyle muazzam bir etnik temizlik olduğu, devletin resmi kanallarıyla, devletin de demiyelim, o zamanki Osmanlı devletinin iktidar piramidinin tepesindeki ve savaş diktatörlüğü niteliği taşıyan Enver, Cemal, Talat üçlüsünün, özellikle de Dahiliye Nazırı olarak ve İttihatçıların ‘gizli dehası’ olarak Talat’ın resmi emirleriyle muazzam bir tehcir düzenlendiği ve bütün vilayetleri kapsayan tehcirin başlı başına etnik temizlik olduğu kanısındayım. Ama aynı zamanda en azından ilk tur katliam emirlerinin de doğrudan doğruya aynı İttihat önderliği tarafından İttihat Ve Terkakki’nin gizli örgütü olan Teşkilatı Mahsusa tarafından uygulandığı kanısındayım.Rus askeri tarihçisi Boris Mihayloviç ise Ermeni örgütlerin Rus kuvvetlerine yardım ettiklerini doğruluyor. Ancak Mihayloviç buna rağmen Osmanlı yönetiminin aldığı kararın katı olduğu görüşünde

Tarihçi Boris Mihayloviç

Alınan önlemlerin çok acımasız ve korkunç olduklarını inkar edemem. Ancak Osmanlı Devleti’nin bu konuda yaptığı açıklamaya göre, Ermeniler özellikle Taşnaklar, Türk ordusuna karşı beşinci kol faaliyeti yürütüyordu. Ermeni organizasyonları Türk cephesinde isyan çıkardı ve doğal olarak Türklerin de bir şekilde buna karşı önlem alması gerekiyordu. Ancak bu alınan önlemler tüm beklentilerin çok daha üstünde ve katıydı. Konu Türklerin bu önlemleri almaması gerektiği değil, konu, alınan önlemlerin olaylarla orantısız olmasıydı.
Ermeni çetelerinden ele geçirilen silahlar

TEHCİR’DE ÖLÜ SAYISI TARTIŞMALARI

İttihat ve Terakki’nin aldığı tehcir kararının, soykırım amacı taşıyıp taşımadığı tartışmaları, günümüzde bile üzerinde mutabakat olmayan birçok soruyu da bünyesinde barındırıyor. İttihat ve Terakki yönetiminin aldığı karar tüm Emenileri mi kapsıyordu? Osmanlı topraklarında ne kadar Ermeni yaşıyordu ve bunların ne kadarı tehcir edilmişti? Tehcir sonucu ne kadar Ermeni hayatını kaybetmişti? 90 yılın tartışması işte bu soruların etrafında şekilleniyor. 1915 olaylarında Türk olsun Ermeni olsun yitirilen canların pazarlığı yapılıyor, rakamlar adeta açık artırmaya çıkartılmışçısına değişiyor. Ermeniler yıllarca tehcirde hayatını kaybeden Ermeni sayısının en az 1.5 milyon olduğunu savunuyor. Buna karşılık Türk resmi kurumlarının verdiği sayı 300 bin civarında. Rakamların ardındaki tek değişmeyen gerçek ise 1915’in herkes için acı demek olduğu...

Tehcir sırasında Ermeniler

Taner Akçam: Bunlar böyle maç gibi ‘sen onu dedin, ben bunu dedim’ diye halledilecek şeyler değil. Ben bu konuda Osmanlı resmi arşiv kayıtlarını kullanıyorum. Rakamlar üç aşağı beş yukarı olabilir, çünkü dönemin nüfus rakamları yok. Ermeni nüfusu Osmanlı’ya göre 1,3 milyon. Ermeni Kilisesi’ne göre ise 2,1 milyon Ermeni yaşıyor. Dolayısıyla, demek ki 1,7 milyon civarında Ermeni var. 1918 yılında, savaş sonrasında Osmanlı Dahiliye Nezareti bir komisyon kurdu. Bu komisyon 1919 Mayısı’nda sonuçlarını açıkladı.

Bu komisyona göre Birinci Cihan Harbi’nde ölen Ermeni sayısı 800 bin. Müslüman kayıplarıyla Ermeni öldürmeleri ayrıdır, bu bir. İkincisi; peki Ermeni çetelerinin öldürdüğü hiç müslüman yok mu? Elbette var. Bunların üzerinde Türkiye’nin sakin sakin konuşması gerekiyor. 1918 sonrasında, Bolşevik devriminden sonra Erzincan, Erzurum, Kars bölgelerinde Ermenilerin intikam saldırıları olmuştur. Bu konuda maalesef ciddi bir sayı yoktur. Bunların da bilinip açığa çıkartılması gerekiyor. İnsan ölümü insan ölümüdür; etnik kimlik önemli değildir. Önemli olan kim kimi hangi nedenle öldürmüşse onu lanetleyecek ahlaka sahip olmamazdır.

Ermeni çeteleri

Şükrü Elekdağ: Ermeni katliamından ölen Türk sayısının 517 bin olduğu söyleniyor. Tabii Ermeni rakamlarının ne olduğu konusunda ise değişik rakamlar var. Bunlar 300 bin rakamını ileri sürüyorlar, Tarihçi McCarthy 600 bin rakamını ileri sürüyor. Türk Tarih Kurumu’nun ileri sürdüğü rakamlar bunların daha altında.Yusuf Halaçoğlu: 6500 veya 8500 kişi bu şekilde fiilen katledilmiş bir rakam var. Belgelerde bu görülüyor. Şimdi söyleyeceğim şey şu; Kafkasya sınırına gidenler haricinde Osmanlı topraklarında ölenlerin sayısı toplasanız demin söyledim öldürülenlerle birlikte, 60 bin hadi 70 bin olsun, 30 bin de koysanız 100 bin yapar. Ama konsolos raporlarına göre Kafkasya’da asıl açlık ve hastalıktan ölümler meydana gelmiş. 30 bin kişinin bu bölgede 200 bin kişinin de Tiflis bölgesinde öldüğü belirtiliyor. Dolayısıyla yani 300 bin civarında hastalıktan ve açlıktan bir Ermeni ölümü olduğunu tahmin ediyorum. Halil Berktay: Önemli olan şudur; Türk resmi tezlerine göre bunlar tamamen kazara ölümlerdir. Yani işte salgın hastalıklardır, açlıktır, soğuktur ve sıcaktır veya önü alınamayan eşkıya saldırılarıdır. Devletin en iyi niyetlerine rağmen 300 bin insan bir yıl içinde kazara ölmüş olmaktadır. Bunun ötesinde Türk resmi söylemi yıllardır şunu yaptı ve yapmaya devam ediyor. O Ermeni milliyetçi-devrimci örgütlerinin Doğu Anadolu’da mücadelesi diye sözünü ettiğimiz olay, bunun Türk-Müslüman nüfus açısından yaptığı, yolaçtığı kayıpları, tahribatı münhasıran işlemeye devam ediyor ve rakamlar giderek tırmanıyor adeta bir açık artırmaya çıkmışız gibi. Ve Kamuran Gürün’ün yarı resmi kitabında 300 bin olarak verilen Ermeni kayıplarından çok daha fazla bir Türk-Müslüman nüfusu kayıplarını öne sürüp, adeta eşitlik sağlamış veye dengeyi kendi tezlerimiz lehine çevireceğiz gibi oluyor.

Derya Tulga: Biz az bir rakam söylediğimiz zaman diyorlar ki ‘Yahu kardeşim sen az mı görüyorsun bunu?’. Hayır ben değil, sen az görüyorsun. Sen az görmesen artırmazsın. Ben bildiğim rakamı söylüyorum. Az veya çok demiyorum. Bir kişi bile ölse günahtır. Hatta bugün hukuksal açıdan soykırım, hiç adam öldürmeyin, yine soykırımdır.


ERMENİLERE YARDIM EDİLDİ Mİ?

Ermeni tehciri ile ilgili tartışma noktalarından birisi de yardım konusu. Başını Taner Akçam’ın çektiği bazı uzmanlar, Ermenilere yardım edilmesine izin verilmediği ve bilinçli olarak aç bırakıldıkları görüşünde. Ancak Türk resmi makamları bu iddialara şiddetle karşı çıkıyor.Yusuf Halaçoğlu: Amerikan belgelerinde bile bu nakledilen insanlara yardım edildiğine dair bir sürü belge var. Hatta kendi yardım kuruluşlarının yardım ettiğine dair belgeler var. Peki bunları gösterirsem ne olacak? Yani fiilen beş yüz bin insanın, Suriye’de bulunduğunu ve bunların 486 binine yardım edildiğini Halep Konsolosu tarafından Morgenthau’ya gönderilmiş belge var. Near East Relief diye bir yardım kuruluşu var Amerika’nın. Bunlar yardım ediyor oradaki insanlara, her gün beşyüz altın lira yardım edildiğinden bahsediyor. Hastaneler kurulmuş burada, Kızılhaç mensupları bunların içerisinde yaşıyor.Araştırmacı Derya Tulga ise Taner Akçam’ın dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’ın evraklarını ihmal ettiğini belirtiyor. Tulga, Dışişleri Bakanı Lansing tarafından Başkan Wilson’a yazılan 8 Mayıs 1918 tarihli yazıda misyonerler tarafından Ermenilere ayda 1-2 milyon dolar yardım sağlandığının belirtildiğini söylüyor.

Derya Tulga: Şimdi Taner Akçam’ı okuyorsunuz diyor ki, ‘Hiç su olmayan yere gönderdiler’. Üç gün su içmezsen ölürsün, bu kadar basit bu iş. Götürülen yerler Fırat nehrinin kıyısıdır bir kere madde bir. İkincisi der ki ‘engel olunumuştur bunlara, yemek gıda verilmemiştir’. Halbuki biliyoruz ki, Amerikan belgelerinde var. Hatta Alman, İsviçreliler gittikleri günden beri bunları beslemek için şey yapmışlar. Ayrıca millet zannediyor ki, bu kampların etrafı filan kapalı.

Halbuki buralar açık yerler, iki tane Türk jandarması var. Bütün öz yönetim Ermenilerde zaten. Bakın bu şeylerde tarım, ticaret yapılıyor. 1915 yılında müthiş bir çekirge istilası olmuş Filistin ve Suriye’de, açlığın sebeplerinden birincisi odur. İkincisi İngiliz ablukası. İngiltere kesinlikle engel oluyor Osmanlı topraklarına gıda ve ilaç girmesine. Osmanlı’da o zaman ne olduğu belli. Patatesi Marsilya’dan getiriyor. İlaç milaç hak getire zaten. Sadece Orta Avrupa’da -bakın Türkiye’de bilen yok bunu- abluka açlığından ölen insan bir milyonun üstünde. Bizim tarafta çok daha fazla.

Birinci Dünya Savaşı bu topraklardan çok şey götürdü. Binlerce Türk ve Ermeni hayatını kaybetti. Tehcirden sonra sağ kalan Ermeniler Avrupa ve Amerika’da yeni bir hayat kurma mücadelesine giriştiler. Savaştan yenik çıkan Osmanlı’da İstanbul’un işgalinden sonra kurulan mahkemelerde, tehcirin sorumlularından bazıları yargılandı ve cezalandırıldı. Kararı alan liderlerden Talat Paşa Berlin’de, Bahaettin Şakir Roma’da, Cemal Paşa da Tiflis’te intikam kurşunlarına kurban gitti.Bugünün dünyasında Türkiye’yi sorgusuz sualsiz suçlamanın ilk işareti, Talat Paşa’yı öldüren Ermeni katilin yargılanma sonucu suçsuz bulunması ile veriliyordu.


ERMENİ SORUNU[Devamı...]

[Lütfen Linklere Tıklayınız]

Dosya II / Belgeler

Dosya III / Çözüm

Cuma, Şubat 09, 2007

1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları

Hüseyin ÇELİKDoç.Dr. Milli Eğitim Bakanı

Tarih boyunca Romalılar,Persler ve Bizanslılarca bir yerden başka bir yere sürülen, savaşlara itilen ve kötü muamele gören Ermeniler, TürklerinAnadolu topraklarına girmelerinden sonra, Türk milletinin adaletli, hoşgörülü, paylaşımcı, birleştirici ve “yaratılanı yaratandan ötürü” kucaklayan insan sevgisi anlayışından yararlanmışlardır. Ermeniler Osmanlı Devleti’nin gayretli, çalışkan, dürüst ve başarılı her vatandaşına sağladığı fırsat ve imkânlardan, gayrimüslimler içinde en fazla yararlananlar olmuştur.

Ermeniler, askerlikten kısmen de vergiden muaf tutulurken, çiftçilikte, zanaatta, ticarette ve devlet yönetiminde yükselme fırsat ve imkânını elde etmişlerdir.Devlete bağlı, milletle anlaşmış ve kaynaşmış olduklarından dolayı Ermeniler “Millet-i Sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Zimmî hukukun gereği olarak tüm gayrimüslimlere olduğu gibi Ermenilere de insanca muamele edilmiş, şefkatle davranılmıştır. Osmanlı tarihi Ermenilerden 22 bakan, 33 milletvekili, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 üst kademe yöneticisi memur kaydetmektedir.

Ancak, Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı dönemlerde hemen her konuda başgösteren Avrupa Devletlerinin müdahaleleri sonucunda Türk-Ermeni ilişkileri de bozulmaya başlamıştır.Sömürgeci güçlerin özellikle din adamı kisvesinde Osmanlı Devleti’ne gönderdiği kışkırtıcıların etkinlikleriyle Ermeniler, sosyal, kültürel, ticarî, dinî ve siyasî açılardanTürk milletinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul’a kadar yaygınlık gösterenErmeni ayaklanmalarında binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını yitirmiştir.
Osmanlı Devleti isyancı ve düşmanla iş birlikçi Ermenilerin ihanetleri karşısında, ordunun güvenliği ile ikmal yollarının güvenliğini sağlamak amacı ile 27Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskân kararını almak zorunda kaldı.Bu karar içeriğinde;

1. Ordunun muharip birliklerinde yer alanErmeni askerlerini geri hizmet birliklerine aktarmak,
2. Savaş bölgesindeki Ermeni halkı GüneyDoğu Anadolu’ya ve o dönemde imparatorluğun bir parçasını oluşturan Suriye’nin kuzeyine doğru kaydırmak,
önlemleri yer almakta idi.

Osmanlı Devleti’nin savaş koşullarında almak zorunda olduğu sevk ve iskân kararı ile uygulaması Ermeni iddialarında soy kırımı olarak tanımlanmakta ve tüm dünyaya da kabul ettirilmek istenilmektedir.

Öncelikle soy kırımı suçunun ne olduğunun tanımlanmasında yarar bulunmaktadır. Soy kırımı terimi, tanımı olan bir suça ilişkindir.Bu tanım İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hazırlanarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 günlü kararıyla onaylanıp 11 Ocak 1951’de yürürlüğe giren “Soy Kırımının Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkinSözleşme” adlı uluslar arası bir sözleşmeyle yapılmıştır. Türkiye de bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamıştır.Belirtilen sözleşmenin 2’nci maddesine göre; soy kırımı bir ulusal, etnik, ırksal veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup oldukları için ortadan kaldırmak amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biridir:

a)Bir grubun üyelerini öldürmek,
b)Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek,
c)Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen veya kısmen yok etme sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına sokmak,
d)Grup içindeki doğumları bilinçli olarak engellemeye yönelik önlemler dayatmak,
e)Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek.

Osmanlı Devleti’nin sözü edilen sevk ve iskân uygulamasında; “Soy Kırımının Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmede” tanımlanan soy kırımının unsurlarının bulunmadığı çok açıktır.Zira; soy kırımın asıl unsuru, yani sırf Ermeni olduğu için Ermeni etnik grubunu yok etmeye yönelik kasıt unsuru yoktur.

Sevk ve iskân, o günkü şartlarda asi, saldırgan, bölücü ve düşmanla iş birliği yapan, cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan ordunun intikal ve ikmal yollarını kesmeye çalışan Ermenilere uygulanmıştır.

Sevk ve iskân kararının alınma nedenlerinden birisini de 15 Nisan 1915 tarihliVan isyanı oluşturmaktadır.Hâlbuki sevk ve iskân kararı Rumî takvime göre 14 Mayıs 1915, miladî takvime göre 27 Mayıs 1915 tarihinde alınmıştır.Ermeniler sevk ve iskâna tâbi tutuldukları için isyan etmemişlerdir.İsyan ettikleri için sevk ve iskâna tâbi tutulmuşlardır.

Bu çerçevede konunun özellikle canlı tanık beyanları ile daha açık ortaya konulabilmesi için“1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları” anlatılacaktır.

Van, asırlar boyunca, Müslümanlarla Ermenilerin bir arada huzur içinde yaşadıkları bir Doğu Anadolu şehridir. Yöre 638 yılında İslâm orduları tarafından fethedilmiş, ancak esas hâkimiyetin IX.’uncu asrın son çeyreğinden sonra Abbasiler tarafından temin edildiği bilinmektedir.1 Eyyûbîler, Harzemşahlar, Selçuklular, Karakoyunlular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar, Sefevîler ve tekrar Osmanlıların hâkimiyetine giren şehirde Ermeni nüfus, Birinci Dünya Savaşı’na kadar varlığını hep sürdürmüştür. 1653 yılında Van’a gelen Evliya Çelebi’ye göre, şehirde gayrimüslim tebaa olarak sadece Ermeniler mevcuttur.(2) Gerçekten, Van’da Rum, Yahudi vs. nüfusun yaşadığına dair bir belgeye rastlanmamaktadır.

Ermenilerin en çok önem verdikleri üç merkezden biri, Van’da bulunan Ahtamara (Akdamar) adasıdır. Ondokuzuncu asrın neredeyse son çeyreğine kadar Ermeniler, bazı ferdî çıkışların dışında, Osmanlı Devleti’ne sadık kaldılar.Ermeni Patriği Nerses Varjabendanyan’ın, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın galibi olarak Yeşilköy’e kadar gelen Rus ordusunun başkomutanlık karargâhına gidip Grandük Nikola’dan, Doğu’da Rusların himayesinde bir Ermeni devleti kurulmasını talep etmesi bir dönüm noktası olmuştur.

Bağımsız bir Ermenistan kurma çabası, “93 Harbi”nden (1877-78) sonra ivme kazanmıştır. Van vilâyeti, Osmanlı Devleti’nde Ermeni nüfusun en yoğun olarak bulunduğu iki vilâyetten biriydi. Ermeni nüfusu yoğunluğu itibariyle birinci sırada Bitlis, ikinci sırada Van geliyordu. 1914 yılında tamamlanan resmî nüfus istatistiğine göre, Van’da yaşayan 179.380 Müslüman nüfusuna karşılık 67.792 Ermeni bulunuyordu.(3) O zaman Hakkâri’nin Van’a bağlı sancak olduğu, bugün Bitlis’e bağlı olan Adilcevaz kazasının da Van’a bağlı olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Söz konusu istatistiğe göre, Van’ın merkezinde Ermenilerin Müslümanlara oranı üçte biridir.

Ermenilerin Van’da çıkardıkları ilk isyan 1895 yılındadır. Rus Generali Mayewski’nin bildirdiğine göre, Ermeni komiteleri, Ermenileri ayaklanmaya teşvik etmiş, hatta anarşi ve teröre karşı çıkan bazı Ermenileri şiddetle cezalandırmışlardır. Bunların en tipik olanı 6 Ocak 1895’te kilisede ayin icra etmeye giden papaz Boghos’un (Bogos) öldürülmesidir. (4) Van’daki olaylarda Van Ermenilerinden çok, dışarıdan, özellikle Rusya’dan gelen Ermeniler ön ayak olmuşlardır. General Mayewski, her vesileyle Ermenilerin 1895’teki Van ayaklanmasındaki kayıplarından söz edildiğini söyler, ancak Müslümanların kayıplarının dile getirilmemesiyle ilgili olarak şöyle der: “Maamafih, bu vukuat esnasında Türklerin zayiatı (Hiç kimse hiçbir zaman hatırına bile getirmemiştir.) büyük bir yekûn teşkil ediyordu. Kıyam eden Ermeni ihtilâlcilerinin bombalarına karşı Müslümanları himaye tarzında hiç kimse faaliyet gösteremedi”. (5)
İkinci Meşrutiyet’ten önce Sultan İkinci Abdülhamit’in yönetimini bahane ederek her vesileyle sorun çıkaran Ermenileri, İkinci Meşrutiyet’in ilânı da tatmin etmemiştir. Van’daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Teğmen Bertram Dickson, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Gerard Lowther’e gönderdiği 30 Eylül 1908 tarihli raporda, Ermeniler’in o günlerde Van’daki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir (6). Dickson’a göre, Van’da Ermenilerin Taşnaklar (Daşnaglar) ve Armenistler olmak üzere iki partisi vardır.Taşnaklar aynı zamanda Hınçaklarla sıkı ilişkiler içersindedirler. İkinci Meşrutiyet sonrasındaki ilk milletvekili genel seçiminde Varhad Papazyan’ı Van’dan milletvekili seçtiren de Taşnaklar’dır. Armenistlerin adayı Terzibaşıyan seçimi kaybetmiştir.Taşnak, aslında bir siyasî partiden çok bir fedaî örgütüdür. Bu örgütün Van’daki önderleri Aram, Varhad Papazyan, Sarkis ve İşhan’dır. Bunların hepsi Vanlı olmayıp Rusya’dan gelme kimselerdir. İkinci Meşrutiyet’in ilânı ile birlikte şu veya bu suçtan içeri atılmış bütün Ermeni fedailer serbest bırakılmıştır. İngiliz konsolos yardımcısı Dickson raporunda ayrıca Ermenilerin Van ve civarında gizlice silâhlandıklarını, bu silâhların Rusya’dan geldiğini, Van’a birçok Ermeni fedainin doluştuğunu belirtir.

1978-1981 yılları arasında Van’da 1915’teki Ermeni isyanı ve Van’ın Ruslar tarafından işgâl edilmesine şahit olan yaşlı vatandaşlarımızla röportajlar yapmış, o günlere ait anılarını kasetlerle kaydetmiştim. 1993 yılında Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi adı altında yayınladığım kitap, söz konusu dedelerin, ninelerin anlattıklarına dayanıyordu. Yaklaşık yirmi yıl önce görüştüğümüz bu görgü tanıklarının hepsinin ses kayıtları şahsî arşivimde korunmaktadır.Ermeni meselesi ile ilgili hatıralarını derlediğimiz yirmi kişinin hepsi bugün itibariyle vefat etmiş bulunmaktadır. Bizim burada da tanıklığına başvuracağımız bu insanlar, o gün olan biteni yakından görmüş, olayları bizzat yaşamış kimselerdir.Hemen hepsi Van’ın tanınmış, ailelerinden olan görgü tanıklarının bazı çocukları, torunları Van’da yaşamaktadır.
Görgü tanığı olarak dinlediğimiz kişiler şunlardır: Nafia Çabuker, Ahmet Çinkılıç, Zahide Coşkun, İbrahim Sargın, İsmail Perihanoğlu, Şadiye Talay, Celâl Şener, Bekir Yörük, Akif Yurtbay, Hacı Ömer Selçuk, Hacı Şevket Çaldağ, Mehmet Delibaş, Hamit Ekinci, Hamit Camuşçu, Cemâl Talay, İsmail Başıbüyük, Refik Özkanlı, Müstak Boysan, Salih Taşçı ve Osman Gemicioğlu.

Ayrıca, Van’ı Tanıma ve Tanıtma Derneği tarafından 1963’te yayınlanan Zeve isimli kitapçıkta hatıralarına yer verilen Hamza Dayı, Güllü Bacı, Esma Nine ve Menveşe Bacı, Nafia Ana ve Kıymet Başıbüyük ile Yrd.Doç.Dr. Ergünöz Akçora’nın görüştüğü (7) Mehmet Reşit Efendinin de anlattıkları burada değerlendirilecektir. Mülâkatlarımı yaptığım sırada (1978-1981) bu şahıslar vefat ettiklerinden veya kendilerine ulaşamadığım için, zaman zaman mukayese amacıyla onların Zeve ile ilgili tanıklıklarından faydalandım.

Görgü tanıklarının anlattıklarını bazı başlıklar altında toplamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

1915 Öncesinde Van’da Ermenilerin Sosyal Statüsü ve Müslümanlarla Ermenilerin İlişkileri
Görüştüğümüz bütün görgü tanıkları, Ermenilerle çok iyi komşuluk münasebetlerinin olduğundan söz etmektedir. Köprüköylü Zahide Coşkun, “Bizim hem köyün içinde, (o zaman Göllü köyünde oturuyormuş) hem de yakın komşu köylerde Ermeni komşularımız vardı. Biz bu komşularımızla Müslümanlarla geçindiğimiz gibi geçinirdik. Her şey iyiydi. Sonra birden dünya bozuldu. Ermeni komşularımız bize ihanet ettiler.”(8)demektedir.Zeveli İbrahim Sargın, Ermenilerle Müslümanlar arasında zaman zaman bazı kavgaların yaşandığını ancak bunların iki Müslüman komşu arasında meydana gelebilecek türden anlaşmazlıklar olduğunu ifade etmektedir.(9)

Celâl Şener’e göre, “Ermeniler Van’da çok rahat bir hayat yaşıyorlardı. Bütün ticaret, sanat onların elinde idi. Kunduracıdan tutun da terziye kadar hep Ermeni idi. Çevrenin en zenginleri onlardı.Hatta, çocuklarını Avrupa’ya tahsil yapmak için gönderiyorlardı.Avrupa’ya giden bu tığalar (Ermeni gençleri) orada kandırıldılar”.(10) Bekir Yörük’ün anlattıkları da Celâl Şener’in söylediklerini teyit etmektedir: “Van’da bin taneye yakın dükkân vardı. Bunların yüzde sekseni Ermenilere aitti. Ticaret, kazanç, sanat onların elinde idi. Biz o eski gâvurlarla iyi geçiniyorduk. Vakta ki, Hınçak, Taşnak komiteleri meseleye el attılar, işte her şey o zaman bozuldu. Ermeni tığaları (gençleri) bu komitelere yazıldılar”.(11)

İkinci Meşrutiyet sonrasında yapılan mahallî seçimlerde Vanlılar Bedros Kapamacıyan’ı belediye başkanı seçmiştir. Bekir Yörük, Müslümanlar şehirde çoğunluğu oluştururken bir Ermeni’nin belediye başkanı seçilmesini “Bizim Müslümanlar da oyunu ona verdiler. O daha iyi becerir diye bizimkiler itimat ettiler.”(12)şeklinde değerlendirir. Mehmet Delibaş’a göre, Kapamacıyan gerçekten tarafsız bir belediye başkanlığı yapmıştır.Ermeni bir esnafa ceza kestiği için, yani Ermenileri kayırmadığı için Van’daki Taşnak komitesi’nin reisi Aram Paşa tarafından ismine karahaç basılmış ve baba belediye başkanı kendi oğlunca öldürtülmüştür. Kapamacıyan’ın oğlu meyhaneye götürülmüş, iyice içki içirilmiş daha sonra Reis faytonla şehirden geçerken oğlunun sıktığı beş kurşunla ölmüştür.(13)İsmail Başıböyük’ün beyanına göre, Kapamacıyan sadece çok zengin bir Ermeni değil, aynı zamanda reis olmadan önce hiçbir Ermeniyi işsiz, mesleksiz bırakmayan biridir.(14)Kapamacıyan’ın oğlu tarafından öldürüldüğü ile ilgili olarak Mehmet Reşit Efendi, “Bunlar kendilerine hizmet etmeyen Ermenileri de yaşatmıyorlardı. Meselâ, burada bir belediye başkanı vardı. İsmi yanılmıyorsam Kapamacıyan olacak, bu onlara pek taraftar olmadığından onu oğluna öldürttüler.”(15) demektedir.

1915’te Van’da Ermenilerin elinde olan sadece sanat ve ticaret değildir. Van Gölü’nde taşımacılık yapan irili ufaklı 400 gemi ve tekne de Ermenilere aittir. Konuyla ilgili olarak görgü tanıklarından Hacı Şevket Çaldağ, “Gemicilerin hemen hemen hepsi Ermeni idi.Zaten Van’daki sanatkârların, tüccarların çoğu Ermenilerdendi. Binde biri Müslüman çocuklarını yanına çırak almazdı.”(16)demektedir. Görgü tanıklarından Mehmet Delibaş, Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman eski Van’da, Cengüloğlu Agop isminde bir Ermeni’nin yanında kunduracı çırağı olarak çalıştığını belirttikten sonra, durumunun bir istisna olduğu ile ilgili olarak şu sözleri ilave etmeden geçemiyor: “Ermeniler kolay kolay bizim Müslümanlardan yanlarına çırak almıyorlardı. Ama nasıl olduysa, adam beni yanına çırak olarak almıştı”.(17)

Özellikle gemiciliğin tamamen Ermenilerin elinde olduğu bütün görgü tanıklarının üzerinde birleştikleri bir gerçektir. Öyle ki, 1981 yılında kendisiyle görüşmeye gittiğim Hacı Osman Gemicioğlu’nun soyadı beni şaşırtmıştı.Hem Van’ın yerlisi, hem Müslüman, hem de soyadı Gemicioğlu olacak. Bu çelişen bir durumdu. Ben Hacı Osman Efendiye “Bir yanlışlık olmasın, ya siz Van’ın yerlisi değilsiniz, ya Karadeniz tarafından gelmesiniz veya soyadınızda bir karışıklık vardır.” dedim. Bunun üzerine Hacı Osman Gemicioğlu aslen Ermeni olduğunu, iskele köyünde oturduklarını, ailesinin gemici olduğunu ve sonraki hikâyesini bana anlattı.

Hem yazılı kaynaklar hem görgü tanıklarının anlattıklarına bakılırsa, Ermeniler genellikle sahillerdeki, arazisi verimli köylerde, Kürtler ise daha çok dağ köylerinde oturmaktadırlar. 1915’te Van Ermenilerinin okuma, yazma tahsil durumu Van’daki Müslümanlara göre çok daha iyi durumdadır. Tehcir başlamadan önce,Ermenilerin Van’da yayımlanan Van Kartalı ve Araratlı isimli iki tane gazetesi vardır.(18)

İkinci Meşrutiyet’in İlânı ve Ermeniler

İngiltere’nin Van Konsolos Yardımcısı Dickson’un bildirdiğine göre, İkinci Meşrutiyet’in ilânı ile beraber Ermeniler iyice kanun ve nizam tanımaz olmuşlardır. Meşrutiyetin ilânında en büyük payı kendilerine çıkaran Ermenilerin bütün mahkûm ve tutukluları da serbest bırakılmıştır. Dickson, Meşrutiyet sonrasında esen hürriyet rüzgârlarını Ermeniler açısından “Türkiye Ermenileri şimdiye dek eşi görülmemiş bir özgürlüğe sahip olacaklardır.”(19)şeklinde değerlendirmektedir.

Görgü tanıklarından Celâl Şener, İkinci Meşrutiyet sonrası durumu “Savaş başlamadan evvel Ermeniler çok keyfî yaşıyorlardı.”(20)şeklinde değerlendirirken, bir Ermeni kunduracının yanında çırak olarak çalışan Mehmet Delibaş, Meşrutiyetin ilânından itibaren olan gelişmeyi şöyle özetler:

“Bir sabah dükkânı açtığımda usta bana, ‘Bir yere ayrılma ben bir yere gideceğim.’ dedi. Biraz sonra usta gitti. Dönüşünde bana ‘Artık hürriyet oldu.Hürriyet ilân edildi; onu kutlamaya gittik.’ dedi. O günlerde herkesin ağzında ‘Hürriyet, Adalet, Müsavat, Yaşasın Millet’ sözleri dolaşıyordu. Hürriyeti bizim Müslümanlarla Ermeniler beraber kutladılar. Şehirde davul zurnalar çalmaya başladı.Ermeniler buna çok sevinmişlerdi. Onlar bizimkilerden çok fazla neşeliydiler. Hürriyet olduktan sonra benim ustanın dükkânına yabancılar gelip gitmeye başladı...

“Biz de hürriyet olunca her şey bitti zannediyorduk.Bizim hocalarla onların keşişlerini kucaklaştırdılar. Demek ki, bizi aldatıyorlarmış”(21) şeklinde ifade etmektedir. Mehmet ReşitEfendi ise “İkinci Meşrutiyet zamanındaki hürriyet, müsavat, adalet gibi şeyler onları daha da şımarttı”(22) diyerek Şener ve Delibaş’ı teyit ediyor.

İkinci Meşrutiyet’in getirdiği hürriyet ortamında bütün ayrılıkçı hareketlerin daha serbestçe hareket ettikleri bir vakıadır. Başından beri İkinci Abdülhamit’in devrilmesi ülkeye meşrutî bir yönetim getirilmesi hususunda Jön Türklerle dirsek temasında olan Ermeni komitelerinin, hürriyetin ilânından kendi adlarına yeteri kadar faydalanmaları kaçınılmazdı.

Van’ın Yerli Ermenilerinin İsyana Taraftar Olmaması

Vanlı görgü tanıklarından özellikle şehirde oturanların hepsi yerli Van Ermenilerinin başlangıçta isyan etmek gibi bir niyetlerinin olmadığında, bu insanların Rus Ermenileri ve onların öncülük ettiği komiteler tarafından iğfal edildiklerinde hemfikirdirler. Konuyla ilgili olarak görgü tanıklarının söylediklerine şöyle bir bakalım: “Ne zaman ki Van’da komiteler teşekkül etti, işte o zaman Ermeniler başladılar azıtmaya.Aslında Van’ın yerlisi olan Ermenilerin çoğu isyana taraftar değildi”. (Celâl Şener)(23)

“Van’daki, Hınçak, Taşnak komiteleri meseleye el attılar. İşte her şey o zaman bozuldu. Ermeni tığaları (gençleri) bu komitelere yazıldılar”. (Bekir Yörük)(24)

“Biz Van’da Ermenilerle beraber yaşıyorduk. Önceleri aramızda herhangi bir münaferet (karşılıklı düşmanlık) yoktu. Daha sonra Van’da komiteler peyda olmaya başladı. Her gün Van’a Vanlı olmayan birçok Ermeni geliyordu. Bu yabancı Ermeniler bizim yerli Ermenileri de devamlı isyan için kışkırtıyorlardı. Bu yabancılar hep Rusya’dan gelirdi. Van’daki Komiteleri Aram Paşa diye bir gâvur idare ediyordu”. (Akif Yurtbay)(25)

“Komiteler kışkırtmasaydı Van’ın yerli Ermenisi ses çıkarmıyordu. Bütün imkânlar onların elindeydi”. (Hacı Şevket Çaldağ)(26)

Mehmet Delibaş, 1970’li yıllarda İstanbul’da karşılaştığı aslen Vanlı, Kapalıçarşı’da halıcılık yapan Karapit Nedeniyan isimli bir Ermeni vatandaşımızın şöyle teessüf ettiğini nakleder: “Ah sebep olanlar ah, eviniz yıkılsın. Güzel güzel yaşıyorduk. Müslümanların çekmediği sefayı biz sürüyorduk. Bizim gençlerimizi kandırarak kendi emelleri uğruna çalıştırdılar. Şimdi her birimiz dünyanın bir yerindeyiz”.(27)

Aynı şekilde Van’da çok saygın bir isim olan Şeyh Mehmet Reşit Efendi, Musul’da karşılaştığı yine aslen Vanlı bir Ermeni esnafın kendisini kucaklayarak memleket hasretinden söz ettiğini ve şöyle yakındığını anlatır: “Allah o Aram Paşaya lânet etsin. Aram Paşa bizi devlet kuracağım diye kandırdı. Böylece bizi yaktı. Biz Türklerden gördüğümüz insaniyeti hiç unutmayız.Onlar bize dünyamızı kazandırmışken, bizlere şefkatle muamele etmişken, bunları tekmeledi. Onun için Allah bize belâ verdi. Her tarafa dağıldık”.(28)

“Bir ara da Fransızcamı ilerletmek için Ermeni MerkezMektebine devam ettim.Orada Ermeni papaz ve öğretmenler bizim gözümüzün içine baka baka Ermeni gençlerine Müslümanlara karşı kin ve nefret tohumu aşılıyorlardı”. (Hamit Çavuşçu)(29)

“Ne zaman ki Ermeni tığaları (gençleri) komite kurdular, işte o zaman Ermeniler bize karşı olan düşmanlıklarını açığa vurdular”. (Refik Özkanlı)(30)

“Savaş başlamadan 20 yıl kadar önce de Ermeniler Van’da isyan çıkarmıştı. Fakat savaş başlamadan önce genel olarak yüzümüze karşı iyi görünüyorlardı. Bu söylediğim esnaf ve yerli Ermenilerin tavrı idi. Rusya’dan gelen, Avrupa’ya gidip tahsil gören Ermeni gençleri ise Müslümanları alçaltıcı sözlerle küçük düşürmeye çalışıyorlardı”. (Müştak Boysan)(31)

“Yaşlı Ermeniler isyana taraftar değildi.Yalnız Avrupa’da tahsil gören tığalar (gençler) onları zorla işin içine soktular”. (Salih Taşçı)(32)

“Doğrusunu istersen Van’daki aklı başında Ermeniler isyana taraftar değildi. Çünkü niye isyan etsin? Her şey Ermenilerin elinde idi; bütün servet Ermenilerindi. Komiteler kurulunca esnafı zorla isyana teşvik ettiler. İştirak etmeyene de hain gözüyle bakıyorlardı”. (Osman Gemicioğlu)(33)

İngiliz Konsolosluğunun raporları da yukarıda alıntı yaptığımız görgü tanıklarının anlattıklarını onaylamaktadır. Söz konusu raporlarda Ermeni komitelerinin kendileriyle iş birliği yapmayan, onlara katılmayan Ermenilere karşı şiddet uyguladığı da belirtilmektedir.(34)

Ermenilerin Silâhlanması

Görüştüğümüz bütün görgü tanıkları, Ermenilerin büyük bir isyan için gizliden gizliye silâhlandıklarını ifade etmektedirler. Van’daki en büyük silâh depoları yine bir Ermeninin ihbarı üzerine ortaya çıkarılmıştır.Anlatıldığına göre, Davit isminde bir Ermeni genci, Vatan isminde birTürk kızına âşık olmuştur. Ancak Davit Taşnak komitesine mensuptur. Evlenmesi için Aram Paşadan (Aram Manukyan) izin almak zorundadır. Ancak, Aram Paşa, bütün ısrarına rağmen, Davit’e evlenme izni vermemiştir. Bunun üzerine Davit, Aram Paşaya karşı gelmiştir. Aram Paşa derhal Davit’in ismine kara haç basmıştır. Davit’i öldürme emri, en yakın arkadaşı Dacat’a verilmiştir. Dacat, Davit’i kaçıp kaybolması için uyarmıştır, ama Davit, Müslüman olmakla yetinmemiş, bildiği kadarıyla Ermenilerin depoladıkları bütün silâhların yerini ihbar etmiştir. Türk ordusuna teğmen olarak kabul edilen Davit, Mehmet ismini almış ve “MuhbirMehmet” olarak tanınmıştır. Bir gün Hamamönü mevkiinde Dacat’la karşılaşan Davit, arkadaşının kendisini öldürmesine ihtimal vermemiş ama Dacat tabancayla Davit’i öldürmüştür.(35)

Davit’in ihbarı üzerine başta Yedikilise köyü olmak üzereErmenilerin meskûn olduğu birçok mahalde, okul ve kilisede çok sayıda silâh ve mühimmat ele geçirilmiştir. Van’daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Dickson, daha 31 Mart 1909’da yazdığı bir raporda, Ermenilerin Van’daki silâhlanma faaliyetine dikkat çekmektedir.(36)

Bütün görgü tanıkları, Ermeniler’in Van’a silâhları, deve yükü ile gelen gazyağı varillerinin içerisinde saklayarak soktuklarını ifade etmektedirler. Nitekim, 1915 Nisan’ında Van’da Ermeni ayaklanması başladığında Ermenilerin ne denli silâhlandığı ortaya çıkmıştır. Van isyanında Ermenilere karşı Türk ordusunda subay olarak görev almış olan Venezuellalı Rafael de Nögalis,(37) yayınladığı Hilâl Altında Dört Yıl (İspanyolca aslı: Cuatro Anos bajo la Media Luna) isimli hatıratında, Ermenilerden yana, Müslümanlara karşı bir tutum takındığı hâlde Ermenilerin korkunç düzeydeki silâhlanmalarını inkâr etmez. Kitabında birçok tutarsızlık bulunan Nögalis, Van’da 1915’te büyük bir ayaklanma ve Müslümanlara karşı taarruz başlatan Ermenilerle ilgili olarak “Ermenistan’ın halâsı ve mukaddes salibin galebesi için, evlerinin kararmış enkazları arasında son nefese kadar mücadele eden Ermenilerin bize gösterdikleri müşkilât çok büyüktü. Fakat fena talih yüzünden din kardeşlerimin felâketi için sarfettiğim zamana lânet ediyorum.”(38) dediği hâlde, Ermenilerin Müslümanlara karşı silâhça üstünlüğünü açıkça ifade eder. Ancak, gözden kaçırılmaması gereken husus, Müslümanların ellerindeki silâhların ise Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında bulunan bir vilâyetteki ayrılıkçı Ermeni komitelerine ait olduğudur.

“Ermeniler, mavzer tabancaları ile iyi teslih edilmişlerdi (silâhlandırılmışlardı). Bu tabancalarla kısa mesafelerde iyi netice istihsal ediyorlardı. Âdeta makinalı tüfek gibi, 4 ile 6 tabanca ekseriya aynı zamanda aynı hedefe ateş ediyorlardı. Bundan başka bir nevi burgu icat etmişlerdi. Bununla evlerin tuğla duvarlarını çabuk deliyorlardı.Ermenileri bir mevziden attıktan sonra tabancaları diğer yerde birçok deliklerden görünmeye başlıyordu; biz vaziyetin ne şekil aldığını anlayıncaya kadar bunlar ateşleriyle ölüm saçıyorlardı”.(39)

Nögalis, Ermenilerin uzun boylu bir isyana hazırlık dönemi yaşadıklarını ve seksen hâkim noktada direniş mevzileri hazırladıklarını ifade etmektedir: “Bağlar mahallesi (bugünkü Van’ın kurulduğu yer, H.Ç.) münferit ve etrafı tuğla duvarlarla çevrilmiş sayfiyelerden ibarettir.Ermeniler bu sayfiyeleri maharetle birbirine raptetmişler ve bu surette kuvvetli mevziler vücuda getirmişlerdir. Topçularımıza mukavemet edebilecek bu tesisattan başka Ermeniler, Van’ın etrafında 80 nokta-i istinat yapmışlardı; bunların ateşi etrafa hâkimdi”.(40)

Nögalis’in burada sözünü ettiği Ermeni evlerinin birbirine bağlanması yer üstünden değil, yer altından tüneller marifetiyle olmuştur.Görüştüğümüz görgü tanıklarının büyük bir çoğunluğu bu tünellerden ve Ermenilerin bu yolla haberleştiklerinden ve birbirlerine silâh ve insan takviyesi yaptıklarından söz etmektedirler.Yine aynı tüneller vasıtasıyla Müslüman evlerine veya askerî noktalara ulaşıp havaya uçurabiliyorlar. Nitekim, Nögalis’in günü gününe naklettiği Van isyanında, 28 Nisan 1915 tarihinde Ermeniler Reşadiye mahallesinin yarısını bu yolla havaya uçurmuştur.Adı geçenin bu olayla ilgili olarak düştüğü not şöyledir: “Bugün Ermeniler bir lağım yardımıyla Reşadiye mahallesinin yarısını berhava ettiler; bu mahallede Yüzbaşı Reşit Bey ve Bargiri Kaymakamı Bağlar Mahallesinin büyük kısmına ateşleriyle hâkim bulunuyorlardı”.(41)

Nögalis Ermenilerin sadece silâh depoladıklarından değil, onların bizzat imal ettikleri toplardan söz etmektedir: “Mahsurların (Ermenilerin, H.Ç.) ellerindeki top kendilerinin bizzat imal eyledikleri eski bomba topları idi.Bu topları tuğla evler içinde muhafaza ediyorlar; bunları evler arasından her tarafa, köşelere, methallere ve barakalar arasından müdafaa edilebilecek sokaklara kolayca gönderebiliyorlardı. Ermenilerin elinde binlerce mavzer tabancasından başka çok miktarda filinta ve tüfek de vardı; bunları senelerce satın alarak depo etmişlerdi.Ermenilerde, bize çok zayiat verdiren, el bombası da mebzulen mevcut idi”.(42)

Hemen bütün görgü tanıkları Ermenilerin ellerindeki üstün ve o zamana göre modern silâhlarından, Müslümanların ellerinde, hükûmetin dağıttıkları dahil, basit martin tüfeklerinden dert yanmaktadırlar.Hatta, bunlardan Şeyhine köyünden Hamza Dayı, Zeve köyünden Ermenilerle giriştikleri çatışma esnasında, elindeki basit tüfeğin namlusunun birkaç atıştan sonra patladığını büyük bir teessüfle anlatır.(43) Bir yanda namlusu patlamasın diye soğan sürülerek soğutulan basit tüfekler, öte yanda Rusya’dan getirtilmiş modern silâhlar...
Nögalis bütün Ermeni yanlısı tutumuna rağmen, “Ermeniler için her ev bir kale hâlinde idi.”(44) demekten de kendini alamayacaktır. Ermeniler sadece birer kale hâline getirdikleri evlerinden ateş açmıyorlar, kiliselerini de birer taarruz yeri hâline getirmişlerdir.Bu kiliselerden biri gerek kullanım, gerekse mimarî tarzı açısından Pavlos Kilisesi’dir. Ermeniler bu kilisenin kubbesindenMüslümanlara ateş etmişlerdir.(45)

Ermenilerin silâhlarının üstünlüğü karşısında onlara karşı duran aşiret mensupları basit silâhlara ve çok sınırlı cephaneye sahiptirler.Nitekim Nogales, bu durumu “Kürtler fişekten iktisat yapmak için daha ziyade esliha-i cerihalarını (bıçak, süngü gibi) kullanıyorlardı.”(46) cümlesiyle ifade edecektir.

Vanlı Müslümanların Büyük Göçü

Vali Cevdet Beyin vilâyet çapında duyurduğu göç etme talimatı üzerine Vanlılar henüz soğukların hâkim olduğu erken bir ilkbaharda yollara dökülmüşlerdir.Görgü tanıklarının ifadelerine göre, Müslümanlar her şeylerini bırakarak sadece, o da sahip olanlar, binek hayvanlarını alıp batıya yönelmişlerdir.Bir kısmı, kara yolu ile Tatvan üzerinden Bitlis’e, oradan Diyarbakır’a, Urfa’ya, Antep’e, Halep’e, Adana’ya ve Konya’ya göçerken diğer bir kısmı Van-Tatvan arasına Ermenilere ait olan gemilerle gitmeyi tercih etmiştir. Bunların önemli bir bölümü Ermeni gemiciler tarafından özellikle Adilcevaz’da bekleyen Ermeni fedailerine teslim edilmiştir. Çoğu kadın, yaşlı, çocuk ve yaralılardan oluşan bu insanlar, Ermenilerce imha edilmişlerdir.
Van, serin bir iklime ve soğuk sulara sahip bir yerleşim yeri olduğu için, özellikle güney illerine göçen insanlar buradaki hava ve suya alışamamış, özellikle Diyarbakır’daki kolera salgınından çok insan hayatını kaybetmiştir. Vanlıların savaş yıllarında yaktığı ünlü Ali Paşa türküsünün ilk dörtlüğü söz konusu dramı bütün duygusallığı ile ortaya koymaktadır:

Arpa ektim biçemedim,
Bir düş gördüm seçemedim,
Alışmışam soğuk suya,
Issi sular içemedim.

Gerçekten de, Vanlı ektiği arpayı biçemeden ve gördüğü kâbuslu rüyayı yoramadan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Diyarbakır’da ve Adana’da Van’ın buz gibi Kehriz ve Zernebat sularını bulmak, tabiî, mümkün olmamıştır.

Göç esnasında, yaşanan dramı, bir bütün olarak göç trajedisini görgü tanıklarının hıçkırıklarla bölünen ifadelerinde bulmak mümkündür.Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, yolculuk esnasında zaman zaman karşılaşılan Ermeni saldırıları ve gidilen yerlerdeki diğer işgâller, yurtlarından ayrılan Vanlıların trajedisini tamamlayan diğer unsurlardı.

Çeşitli sebeplerden dolayı göçemeyenlerin büyük bir kısmı Ermenilerce öldürülürken, özellikle kadınlar çok kötü muameleye maruz kalmışlardır. Görgü tanıklarından Nafia Çabuker, Zahide Coşkun, Şadiye Talay, Esma Nine ve Süllü Bacının anlattıkları tüyler ürperten türdendir.Timar mıntıkasındaki yedi köyün halkı göçmek için Van’a gelmiş, ancak İskale ve Kalecik köylerindeki Ermeniler tarafından çapraz ateşe tutulmuşlardır. Onlar da göl yoluyla gidebilecekleri ümidiyle Zeve köyüne sığınmışlardır. Ne var ki, burada hem Van Ermenileri hem de Ruslara öncülük eden Rus Ermenileri tarafından kuşatılmış ve yok edilmişlerdir. Görgü tanıklarından Ermeni asıllı Hacı Osman Gemicioğlu, Zeve katliamı meydana geldiği sırada iskelede oturduklarını ve katliamın ertesi günü bir grup çocukla Zeve’ye boş kovan toplamaya gittiklerini ve gördükleri manzarayı anlatmışlardı.

Nögalis, Başkale yolunda artık Van’dan ayrılan Vali Cevdet Beyden Van’da kalan kadın, çocuk ve yaşlıların Ermenilerce katledildiğini öğrenmiştir.

Van, Ermenilerin eline geçince kalenin güneyinde kurulmuş olan tarihî şehir baştan başa yakılmıştır. Rus işgâli tamamlanınca Van’daki Ermeni komitelerinin komutanı Aram Manukyan Van’a vali tayin edilmiştir.

Van’ı terk edip de hayatta kalmayı başarabilen Müslümanlar, 2 Nisan 1918’deki kurtuluştan sonra yavaş yavaş yurtlarına dönmüşlerdir. Bir fikir vermesi açısından göçen görgü tanıklarından bazılarının kaç kişilik aile efradıyla Van’ı terk edip kaç kişiyle döndüklerine bakıyoruz. Meselâ, Cemâl Talay yirmi kişilik nüfusu olan bir aile ile Van’ı terk ettiklerini, 1921’de Suruç’tan ayrılıp Van’a geldiklerinde aileden sadece kendisi ve bir erkek kardeşi ile hayatta kalabildiklerini söylemektedir.(47) MehmetReşit Efendi, yirmi üç kişilik bir aile ile Van’dan göç edip dönüşte üç kişi kaldıklarını beyan etmektedir.(48) Refik Özkanlı ise Van’ın kurtuluşundan sonra askere alındığını ve askerlik dönüşünde “Allah’tan başka kimsem yoktu.”(49) demektedir.

Sevk ve İskân İsyanın Nedeni mi?

Ermenilerin dünya çapında yaptıkları propaganda ve lobicilik faaliyetlerinde genellikle sevke zorlandıkları için isyan ettikleri ifade edilmektedir. Nitekim, Avusturyalı şair Franz Werfel 1931 yılında yayımladığı Musa Dağı’nın Kırk Günü isimli romanını bu teze dayandırmıştı. Werfel’in kitabı kısa zamanda bütün batı dillerine çevrilmiş ve Avrupa’da çok kötü bir Türk görüntüsünün oluşmasına sebep olmuştur. Yıllar sonra Werfel’in dayandığı bilgilerin yanlışlığını, ne gariptir ki, yine bir soydaşı ortaya koymuştur. Prof.Dr. Erich Feigl, Werfel’in dayandığı ve çoğu Aram Andonyan’a ait belge ve bilgilerin yanlışlığını, sahte oluşunu ortaya koymakla yetinmemiş, İngilizce ve Fransızca çevirilerde düşülen çelişkileri örtbas etmek için yapılan tahrifatı da tespit etmiştir.(50)

Feigl’e göre, “Ermeniler, Osmanlı Hükûmetinin onların yerlerinin değiştirilmesini emretmeden bir ay önce Van’da isyan çıkarmışlardı. Bu da şunu gösterir ki, Van’daki bu isyan verilen emrin bir sonucu değildir; aksine, bu emir isyan sonucunda verilmiştir”.(51)

Georges de Maleville, Ermenilerin Van isyanını Sevk ve İskân Kanununun çıkarılmasının tek değil, ilk nedeni olarak kabul etmektedir.(52)

Gerçekten de Van isyanı 1915 Nisan başında başlamış ve bir ay sürmüştür.Hâlbuki, Sevk ve İskânKanunu 14 Mayıs 1331’de (27 Mayıs 1915) çıkmıştır.(53)

Van’da Ermenilere Soy Kırım Yapıldı mı?

Görgü tanıklarına Müslümanların Ermeniler’i öldürüp öldürmediğini sorduğumuzda aldığımız bazı cevaplar ilginçtir. Özellikle köyde oturanların hepsi, saldırmaya gelen Ermenilere, barış simgesi olarak,köylülerce tuz-ekmek götürüldüğünü, ancak Ermenilerin tuz-ekmeği götüren şahısları katlettiğini söylemektedirler.

“Bizim vicdanımız bizi zulmetmekten meneder. Hele kendi hâlinde, zavallı insanlara hiçbir Müslüman hakaret etmez.(Bekir Yörük)(54)

“Onlara haksızlık yapılıyor diye isyan etmediler, bağımsız bir devlet kuracağız diye isyan ettiler. Hatta biz hicretten döndükten sonra dağlara kaçmış olan altı yüz kadar Ermeniyi sapasağlam Rusya’ya gönderdik”. (Mehmet Delibaş)(55)

Sonuç

Görgü tanıklarından edindiğimiz izlenime göre, Ermeniler hırslarına mağlup olarak doğuda bağımsız bir devlet kurma emeline kapılmış ve bunun için terör dahil her vasıtayı meşru görmüşlerdir. Silâhla saldırıya geçenErmenilere tuz-ekmekle karşılık verilmiş ama bu, onları durdurmaya yetmemiştir. Osmanlıların Ermenilere soy kırım uygulamak gibi bir niyeti olsaydı, bunu Kanunî Sultan Süleyman döneminde yapardı.İnsanlar düşmanlarını en güçlü oldukları zaman imha ederler; en zayıf oldukları zaman değil. Bir yandan Galiçya’dan Yemen’e kadar bir yığın cephede fiili savaş hâlinde olmak, öte yandan daha birkaç yıl önce bakanlık verdiğiniz Ermenilere soy kırım uygulamak. Bu gerçek olmadığı gibi, aklî ve mantıkî de değildir.

Tam savaşın ortasında bir de silâhlı Ermeni isyanı ile karşılaşan Jön TürkHükûmeti de, başka herhangi bir devletin yapacağını yapmış, Ermenilerin yardımıyla ilerleyen Ruslar karşısında Müslüman nüfusunun bölgeyi terk etmelerini emretmiştir. Ardından, Van bölgesi Ermenilerinin Doğu Anadolu’nun bu önemli şehrini silâh kullanarak zaptetmesi ve işgalci Rus ordusuna teslim etmesi karşısında, Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfusunun sadakatına artık itimat edilemeyeceği kanaatine varıp, Ermenilerin savaş bölgesinden uzak yerlere nakledilmesini emretmiştir. 1915 yılında Van bölgesinde hüküm süren özel koşullar altında, hiç kimse soy kırımdan bahsetmemelidir.

Bir soy kırımdan değil, bir mukateleden söz edilebilir.Geçmişten ders almak, günü doğru inşa etmeyi ve geleceğe sağlam yürümeyi sağlar. Tarihteki acıları deşmek, eğer barışa, dostluğa hizmet edecekse değer. Avrupa ve Amerika’daki Ermeni toplumu bilmelidir ki, mevcut gayretiyle binbir dertle boğuşan fukara Ermenistan’a iyilik değil, kötülük ediyorlar.

Dipnotlar:

1. Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1980, s. 154.
2. Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van, Van, Van Belediye Başkanlığı, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü yayını, 1996, s. 253.
3. Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, 1990, s. 22.
4. General Mayewski, Van ve Bitlis Vilâyetleri Askerî İstatistiği, çev. Mehmet Sadık, haz. Hamit Pehlivanlı, Van, Van Belediyesi Yayınları, 1997, s. 77.
5. Ibid., s. 73.
6. Salâhi R. Sonyel, İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana’da Vuku Bulan Türk-Ermeni Olayları, Ankara, Tarih Kurumu, 1988, s. 7-10 (f.o 371/560/1/37689).
7. Ergünöz Akçora, “Yaşayanların Diliyle Van ve Çevresinde Ermeni Mezalimi”, Yakın Tarihimizde Van Uluslar arası Sempozyumu, Ankara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları, 1990, s. 149-154.
8. Hüseyin Çelik, Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, Ankara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları, 1993, s. 38.
9. Ibid., s. 42.
10. Ibid., s. 50.
11. Ibid., s. 52 .
12. Ibid., s. 54.
13. Ibid., s. 73.
14. Ibid., s. 86.
15. Akçora, op. cit., s. 151.
16. Çelik, op. cit., s. 66.
17. Ibid., s. 70.
18. Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1983, s. 165.
19. Sonyel, op. cit., s. 10.
20. Çelik, op. cit., s. 49.
21. Ibid., s. 70-71.
22. Ergünöz, op.cit., s. 149-150.
23. Çelik, op.cit., s. 52.
24. Ibid., s. 50.
25. Ibid., s. 56.
26. Ibid., s. 68.
27. Ibid., s. 73.
28. Ergünöz, op.cit., s. 153.
29. Çelik, op.cit., s. 77
30. Ibid., s. 81.
31. Ibid., s. 90.
32. Ibid., s. 92.
33. Ibid., s. 95.
34. Sonyel, op.cit., s. 8-10.
35. Bu olayın farklı görgü tanıkları tarafından anlatılan yorumları için bak: Çelik op.cit., s. 63, 71, 78.
36. Sonyel, op.cit., s. 21.
37. (Türkçede yazılışıyla) Nögalis, itilaf devletlerine asker olmak için müracaat etmiş, ancak kabul edilmemiş maceracı bir subaydır. Daha sonra İstanbul’a gelmiş, Enver Paşa ile görüşmüş ve 3. Orduda uzman olarak göreve başlamıştır. Daha sonra 3. Ordu kurmay başkanı Alman subay Goze’nin izni ile Van vilâyetinde Vali Cevdet Bey’in emrinde görevlendirilmiştir. Konunun ayrıntıları ve Nögalis’in tutarsızlıkları için bak: Rafael de Nögalis, Hilâl Altında Dört Yıl ve Buna Ait Bir Cevap, çeviren ve tenkit eden: Kaymakam Hakkı, İstanbul, Büyük Erkân-ı Harbiye Reisliği Onuncu Şubesi Yayını, 1971, s. 58-76.
38. Rafael de Nögalis, Hilâl Altında Dört Yıl, çeviren ve tenkit eden Kaymakam Hakkı, İstanbul, Büyük Erkân-ı Harbiye Reisliği Onuncu Şubesi Yayını, 1931, s. 20.
39. Ibid., s. 18.
40. Ibid., s. 17.
41. Ibid., s. 28.
42. Ibid., s. 23.
43. Zeve, İstanbul, Van’ı Tanıma ve Tanıtma Cemiyet Yayınları, 1963, s. 12.
44. Nögalis, op.cit., s. 25.
45. Ibid., s. 26.
46. Çelik, op.cit., s. 95.
47. Çelik, op.cit., s. 84.
48. Ergünöz, op.cit., s. 152.
49. Çelik, op.cit., s. 89.
50. Feigl, op.cit., s. 110-142.
51. Feigl, “Wien,Van, Werfel”, Yakın Tarihimizde Van Uluslar Arası Sempozyumu, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1990, s. 46.
52. Georges de Maleville, 1915 Osmanlı-Rus-Ermeni Trajedisi, çev. Nejdet Bakkaloğlu, İstanbul, 1998, s. 50.
53. Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1990, s. 11.
54. Ibid., s. 54.
55. Ibid., s. 72.


DİĞER MAKALELER İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ LİNKLERİ TIKLAYINIZ

1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni OlaylarıHüseyin ÇELİK
Ermeni YanılgılarıBayram KODAMAN
Tarihi Boyutuyla Ermeni SorunuŞenol KANTARCI
Uluslararası İlişkiler Boyutuyla Ermeni SorunuKamer KASIM
Hukuki ve Siyasi Boyutuyla Ermeni SorunuPulat Y.TACAR
Güncel Boyutuyla Ermeni SorunuÖmer E. LÜTEM
Uluslaşma Süreçleri Açısından Ermeni SorunuŞener AKSU
Kurtuluş Savaşımız ve Farnsa'da Ermeni PropagandasıYahya AKYÜZ
Türk Ermeni Kültür İlişkileri ÜzerineZeki ARIKAN
Osmanlı Devletinde Ermeni Nüfusu Süleyman BEYOĞLU
Osmanlı Devletinde ErmenilerNejat GÖYÜNÇ
Lozan'dan Günümüze Ermeni SorunuAli GÜLER
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.Dr.Yusuf HALAÇOĞLU ile SöyleşiK.Şule ERDEM
Ermeni Kiliseleri ve TerörErdal İLTER
Mütareke ve Milli Mücadele Dönemi (1919-1922)'nde Mersin ve Tarsus'da Ermeni MezalimiErdal İLTER
Türk Ermeni Kültür İlişkilerinde Mitolojik Boyut Yaşar KALAFAT
Atatürk'e Atfedilen Ermeni İddialarıŞenol KANTARCI
1915 Ermeni Tehcirine Giden Yolda Gözden Kaçan İki Nokta: Projeler ve MüfettişliklerAli KARACA
1916'te Sevk ve İskan Edilmeyen ErmenilerDavut KILIÇ
Ermeni Sorunu ve Türk ArşivleriYusuf SARINAY
Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeni FaaliyetleriHaluk SELVİ
Mümtaz SOYSAL'ın Orly Saldırısı Davası ile İlgili Uzman Tanık Beyanı
Orly Davası Hakkındaki Haber ve Yorumlar -Dış Basın- Yayın Organlarında-
Kronoloji
Fotoğraflar
Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920
1948 Tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmne
Ermeniler Tarafından Türklere Katliam Uygulanan Yerleri Gösterir Cetvel
Ermeniler Tarafından Şehit Edilen Kamu Görevlileri ve Yakınları
Türkiye'deki Ermeni Apostolik Ortodoks, Ermeni Protestan Cemaatlerinin Sivil Temsilcilerinin Yayınladıkları Bildiri

Google
 
Pardus... Özgürlük İçin... Türkiye’nin Beslenme Portalı
Counter